Boş arama ile 768 sonuç bulundu
- “Vektör: Liselilerin Sanayi Devrimi”
Bursa'da liselilerin geliştirdiği otonom robot "Vektör" sanayide iş yükünü hafifletecek Nilüfer Atatürk Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi'nde 2017'de kurulan "Nilüfer Robotik" takımındaki öğrenciler, 8 yıldır çeşitli robot tasarımları yaparak yurt içi ve yurt dışındaki yarışmalara katılıyorlar. Yaklaşık 5 yıldır otonom araç kategorisine ağırlık veren öğrenciler, geliştirdikleri araçlarla birçok yarışmada derece elde etti. Sanayide insan yükünü azaltmak için çalışma yürüten öğrenciler, bu yıl tasarladıkları otonom yük taşıma aracına "Vektör" ismini verdi. Görüntü işleme, sensör ve yapay zeka teknolojisiyle hareket eden, bir noktadan aldığı yükü başka bir noktaya nakleden otonom robotla TEKNOFEST'e katılan öğrenciler "Sanayide Dijital Teknolojiler" kategorisinde birincilik elde etti. "Robotun yüzde 90'ı yerli ürünlerle tasarlandı" Takımın Elektrik Elektronik ve İletişim Sorumlusu Eren Gür, AA muhabirine, yarışmada birinci olarak emeklerinin karşılığını aldıkları için mutlu olduklarını ifade etti. Otonom robotun yapım aşamasının yaklaşık 8 ay sürdüğünü belirten Gür, "Uykusuz gecelerle buralara gelmiştik. Bizim için çok güzel deneyim oldu. 2021'den beri bu yarışmaya (TEKNOFEST) katılıyoruz. Her şeyini sıfırdan biz yaptık. Robotun yüzde 90'ı yerli ürünlerle oluşturuldu." dedi. Takımın yazılımcısı Oktay Akkaya da tasarladıkları otonom yük taşıma aracının sanayide iş yükünü azaltabileceğini dile getirerek, TEKNOFEST ödüllü robotu daha da geliştirmek için çalışmaya devam ettiklerini söyledi. Aracın yapım aşamasında yazılım alanında görev yaptığını aktaran Akkaya, şöyle devam etti: "Öncelikle robota A noktasından B noktasına gitmesiyle ilgili iş emri vermemiz gerekiyor. Robotumuz, A noktasına üzerinde bulunan görüntü işleme ve sensörler sayesinde çizgi üzerindeki QR kodları takip ederek gidiyor ve yükü alıyor. Ardından B noktasına kenetleniyor. A noktasından yükü aldıktan sonra B noktasına gitmek için 6 farklı rota var. Yapay zeka sayesinde en yakın rotayı işliyor ve en yakın rotadan yükü bırakmaya gidiyor. Ardından bir sonraki alma noktasına gidiyor. Şarjı bu sırasında azalırsa otomatik olarak kendini şarja takabiliyor." Akkaya, TEKNOFEST'te birinci olarak amaçlarına ulaşmanın sevincini yaşadıklarını sözlerine ekledi. Takımın danışmanı Tesisat Teknolojisi ve İklimlendirme Alan Öğretmeni Kerem Süzgün ise TEKNOFEST için heyecanlı, meraklı öğrencilere danışmanlık yapmaya devam edeceklerini kaydetti. Öğrencilerin 8 aylık yoğun çalışmasının ardından bu sonuca ulaşıldığını vurgulayan Süzgün, "Öğrencilerimiz, hafta sonu dahil olmak üzere gece gündüz demeden özveriyle çalıştı. Bu özveriyi de birincilikle taçlandırdılar. Orada öğrencilerimizin birinci olduğunu, insanların takdir ettiğini görmek bizim için tarif edilmez bir duygu. Beklediğimiz, hedeflediğimiz bir sonuç olsa da bizi heyecanlandırdı ve mutlu etti." ifadelerini kullandı.
- Hatay'da kadınların yaptığı süt reçeli sofraları süslüyor
Gastronomi kenti Hatay'da kooperatif üyesi kadınlar tarafından yapılan süt reçeli, farklı illerdeki sofraları süslüyor. Hatay Altınözü Zeytin Emeği Kadın Kooperatifi (HAZEK) üyeleri, UNESCO'nun gastronomi alanındaki "Yaratıcı Şehirler Ağı"nda yer alan kentin yöresel lezzetlerini hazırlıyor. Kömbeden zeytinli kahke ve tuzlu yoğurda kadar birçok ürünü tüketicilerle buluşturan kadınlar, süt reçelinin yapımına da başladı. İnek sütü, şeker, kabartma tozu ve vanilya karışımının yaklaşık 3 saat pişirilmesiyle yapılan reçel, kavanozlara konuyor. Kadınların el birliğiyle hazırladığı reçel, farklı şehirlerdeki tüketicilere pazarlanıyor. "Süt reçeli az malzemeli ama çok lezzetli bir ürünümüz" HAZEK'in 31 yaşındaki mutfak şefi Adile Varış, gastronomi kentinin yöresel ürünlerini tanıtmayı amaçladıklarını söyledi. Menülerine ekledikleri süt reçelinin katkı maddesi içermediğini dile getiren Varış, "Süt reçeli az malzemeli ama çok lezzetli ve talep gören bir ürünümüz. İçinde sadece süt, şeker, vanilya ve kabartma tozu var. Yapım aşaması biraz meşakkatli, emek ve sabır istiyor." dedi. Varış, buzdolabında muhafaza edilmesi gereken reçel kavanozunun açıldıktan sonra 10 gün içerisinde tüketilmesi gerektiğini anlattı. Çocukların reçele ilgi gösterdiğini ifade eden Varış, "Süt reçeli, sütü sevmeyen, direk içmeyen çocukların bile severek tüketebileceği bir ürün. Onların pastalarına, kahvaltılarına ya da içeceklerine eklenebilecek faydalı ve sağlıklı bir ürün."
- Atalarından miras kalan su değirmeninin çarklarını yarım asırdır döndürüyor
Bitlis'in Mutki ilçesinde 75 yaşındaki Fahrettin Özel, atalarından miras kalan su değirmenin çarklarını yarım asırdır döndürerek köylünün un ihtiyacını karşılıyor. Boğazönü köyünde dedelerinden kalan su değirmeninde 25 yaşında babasının yanında çalışmaya başlayan Özel, ilerleyen yaşına rağmen köylünün mahsullerini öğüterek baba mesleğini sürdürüyor. Gelişen teknolojiye ve ilerleyen yaşına rağmen üçüncü kuşak olarak aynı değirmende dede mesleğini sürdüren Özel, köylülerin getirdiği buğday, arpa, darı ve mısırı öğüterek un haline getiriyor. İşini sürdürmekteki azmiyle çevresindekilerin takdirini toplayan 6 çocuk babası Özel, bakım ve temizliğini yaptığı tarihi değirmenin 750 kilogram ağırlığındaki taşının dönmesini sağlıyor. Tarihin izlerini taşıyan değirmenin gelecek kuşaklara aktarılmasını isteyen Özel, kendisinden sonra değirmeni döndürecek kimsenin bulunmamasının üzüntüsünü yaşıyor. "200 yıldan fazla, çok eski bir değirmen" Özel, 50 yıldır tek başına işlettiği su değirmeninin dedesinden kaldığını söyledi. Değirmenin taşını önceden kendilerinin yaptığını şimdi ise Konya'daki bir fabrikadan taş getirdiklerini anlatan Özel, "Su ile çalışan değirmende elektrik yok. Değirmen eski olduğu için kapatmadım ve hala devam ediyorum. Memleketimizde su değirmeni kalmadı. Bu çevrede de yok. Değirmen taşının ağırlığı 750 kilogramdır. Çok ağır. Bunun kaldırılması ve çalıştırılması çok zordur. Gördüğümden beri bu değirmen hala çalışıyor, hiç durmadı." diye konuştu. Her sabah yürüyerek gittiği köyün ilerisindeki değirmene bakım ve temizliğin ardından kanaldan su verdiğini dile getiren Özel, şunları kaydetti: "Değirmende buğday, ak darı, darı, mısır ve arpa öğütüyorum. Mısır olursa günlük 60, buğday olsa 75 ile 80 teneke öğütebiliyorum. Teneke başına 15 lira alıyorum. Değirmencilik mesleği dedemden babama, ondan da bana kaldı. 50 yıldır da ben değirmene bakıyorum. 200 yıldan fazla, çok eski bir değirmen. Arazimiz ve hayvanımız olmadığı için ailemin geçimini bundan sağlıyorum. Değirmende elek yok. Köylüler ürünlerini temiz getiriyor. Ben de öğütüp onlar için un haline getiriyorum. Köylülerin tamamı ürünlerini burada öğütüyor. Çocuklar bu işi bilmiyor, bana kalmış. Yaşlıyım, bundan sonra ne yapacağım bilmiyorum." "Sadece su gücüyle çalışıyor" Mısırını öğütmek için değirmene gelen Ümit Duygu ise "Değirmen elektrikle çalışmıyor, sadece su gücüyle çalışıyor. Günümüzde bu çok nadir bulunuyor. Yazılı bir tarihi yok. Dedelerimiz, babalarımız bu değirmende ürünlerini öğüttüklerinden bahsederdi. Şimdi bütün civar köyler arpa, buğday ve mısırlarını burada öğütür." diye konuştu.
- Down sendromlu Emre, güler yüzüyle çalıştığı otele renk katıyor
Zonguldak'ta bir otelde bellboy olarak çalışan down sendromlu Emre Ortahisar, azmi, disiplini ve güler yüzlülüğüyle çevresindekilerin sevgisini kazanıyor. Kent merkezindeki 5 yıldızlı bir otelde 9 yıldır görev yapan 28 yaşındaki Ortahisar, görev bilinciyle çevresine örnek oluyor. Çalışma arkadaşları tarafından "İşine sadık biri" olarak bilinen Ortahisar, otelin yoğun dönemlerinde dahi performansıyla dikkati çekiyor. Down sendromu tanısı henüz 15 günlükken konan, büyüdükçe neşesi, öğrenme isteği ve mücadeleci ruhuyla çevresine umut veren bir çocuk haline gelen Ortahisar, her adımında yanında olan annesi Leyla Ortahisar'ın desteği ve aldığı eğitimlerle bağımsız yaşam becerilerini geliştirdi. Eğitimini tamamladıktan sonra Down Sendromlular Derneği iş koçu tarafından yönlendirildiği otelde ilk olarak garsonluk yapan Emre Ortahisar, disiplini, insanlarla kurduğu sıcak iletişimi ve görev bilinciyle kısa sürede çevresindekilerin sevgisini kazandı. Daha sonra bellboy (giriş veya çıkış sırasında müşterilere bagajları konusunda yardımcı olan otel çalışanı) kadrosunda çalışmaya başlayan Ortahisar, 9 yılda otelin vazgeçilmez personellerinden biri haline geldi. Emekli olunca tatile gitmeyi hayal ediyor Emre Ortahisar, işini çok sevdiğini, iş hayatında olmaktan mutluluk duyduğunu dile getirdi. Çok sıkı çalıştığını söyleyen Ortahisar, "İşimden memnunum. Resepsiyonda çalışıyorum. Bellboyluk yapıyorum. Çay yapıyorum ve odaları yapıyorum. Misafirler odaya geçiyorlar, kalıyorlar." ifadelerini kullandı. Ortahisar, 9 yıldır aynı otelde çalıştığına değinerek, "Mutluyum. Bu işi yapıyorum. Çok şey yapıyorum. Çok mutluyum. Arkadaşlarımdan çok memnunum. Arkadaşlarımla iyi vakit geçiriyorum. Birbirimize destek oluyoruz." diye konuştu. Emre Ortahisar, en büyük hayalinin emekliliğinin ardından tatile gitmek olduğunu kaydetti. "Her sabah kalkar, 'İşime gideceğim' diye heyecanla hazırlanır" Anne Leyla Ortahisar da Emre'nin down sendromlu olduğunu öğrendiği anda büyük üzüntü yaşadığını, sendromla ilgili o dönem hiç bilgisinin bulunmadığını anlattı. Sosyal yaşantıda zorlanacakları ve Emre'nin normal çocuklar gibi olmayacağı söylendiğinde çok üzüldüğünü ancak doktor tavsiyesi üzerine özel eğitime yöneldiklerini aktaran Ortahisar, şöyle devam etti: "Özel eğitimlerle Emre'mi bu seviyeye getirdim. Özel eğitim uygulama okulu mezunu. Down Sendromlular Derneğimiz var İstanbul'da. İş koçu geldi, Emre'mi buraya alıştırdı. Otel de istemiş. Allah razı olsun. Onlara çok teşekkür ediyoruz. Gerçekten minnettarım. Emre burada 9 senedir çalışıyor. Şu anda işinden çok memnun. Her sabah kalkar, 'İşime gideceğim' diye heyecanla hazırlanır." Emre'nin işe girmesinin ardından sosyal çevresinin geliştiğini ve davranışlarının olumlu yönde değiştiğini anlatan Ortahisar, "Emreciğim buraya başladığından beri daha saygılı, daha efendi bir çocuk oldu. Eskiden çok inatçılığı vardı, sürekli evde durduğu için huzursuzdu. Dışarı benimle çıkardı. Aslında evden de pek bir yere gitmek istemezdi. Şimdi işine çok severek geliyor. Arkadaşlarını da çok sevdiği için sosyal çevresi oldu." ifadelerini kullandı. Anne Ortahisar, özel gereksinimli çocuklara sahip ailelere eğitim konusunda azimli olmaları çağrısında bulunarak, konuşmasını şöyle tamamladı: "Evde tutmasınlar çocuklarını, eğitim önemli. Eğitime götürsünler. Ben çocuğumu eğitimlere kendim götürdüm. Bekledim eğitimi bitsin diye. Eve tekrar beraber döndük. Okuma yazması var. Telefon kullanabiliyor. Sosyal yaşantısı, her şey çok güzel. Eğitimle her şeyi yapabilirler diye düşünüyorum ama tek başına olmuyor. Evde bir arkadaşı, bir yakını olması gerekiyor mutlaka. Üzüntülüydüm 'Oğlum acaba ne olacak?' diye. Çok zor şartlarda geldik bu zamanlara. Kolay gelmedik. Anlatılmaz. Bugünümüze çok şükür."
- Isparta'da doğuştan bir kolu olmayan öğrenci engelleri yüzerek aşıyor
Isparta'da doğuştan bir kolu olmayan 16 yaşındaki Osman Kahraman, öğretmeninin yönlendirmesiyle öğrendiği yüzme branşında yeni dereceler elde etmeyi hedefliyor. Isparta Spor Lisesi öğrencisi Kahraman, beden eğitimi öğretmeninin yönlendirmesiyle spora başladı. Kısa sürede yüzmeyi öğrenen Kahraman, katıldığı bazı organizasyonlarda yüzerek, Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü ile eğitim gördüğü liseyi temsil etti. Türkiye Yüzme Federasyonu tarafından 19-22 Kasım'da Sivas'ta düzenlenen Para Yüzme ve Deaf Yüzme Milli Takımlar Seçme Müsabakaları 1. Vize Yarışları'nda boy gösteren Kahraman, "S9" klasmanında Türkiye ikinciliği elde etti. Kahraman, 30 Ocak 2026'da Antalya'da düzenlenecek milli takım seçmelerine katılabilmek için sıkı çalışıyor. Kahraman, gazetecilere yaptığı açıklamada, yüzmeye başladıktan sonra hayatının değiştiğini, sporun fiziksel gelişimine de önemli katkı sağladığını söyledi. Kendini daha enerjik hissettiğini belirten Kahraman, "Yüzmeden önce fazla koşamıyordum, vücut esnekliğim yoktu, enerjik hissetmiyordum. Yüzmeye başladıktan sonra daha enerjik ve daha esnek oldum. Her şey azim, inanç ve disiplinle oluyor." dedi. Hedefinin milli sporcu olup Türkiye’yi uluslararası arenada temsil etmek olduğunu vurgulayan Kahraman, isteyen herkesin engelleri azimle aşabileceğini kaydetti. Spor Lisesi Beden Eğitimi Öğretmeni Ümit Turupçu da öğrencisinin kısa sürede yoğun çalışma yaparak, 4 farklı stilde Türkiye derecesi elde ettiğini anlattı. Kahraman'ın azmiyle özel gereksinimli bireyleri de umutlandırdığını vurgulayan Turupçu, "Bu yıl hem kulüp hem okul sporlarında yeni Türkiye dereceleri bekliyoruz. Osman'ın ilerleyen dönemde milli sporcu olacağına inanıyoruz." diye konuştu.
- İkiz doktorların anne karnında başlayan yolculuğu mesai arkadaşlığına dönüştü
İlkokul, ortaokul ve üniversitede aynı sıraları paylaşan tek yumurta ikizi doktor Yasin ve Furkan Çolak kardeşler, hekimlik mesleğini de aynı hastanede sürdürerek hastalara şifa dağıtıyor. Çolak kardeşlerin anne karnında tek yumurta ikizi olarak beraber başlayan yolculukları, eğitim hayatları süresince ilkokul, ortaokul ve üniversitede aynı sıralara taşındı. Yaklaşık bir yıl önce Başakşehir Çam ve Sakura Şehir Hastanesi'nde asistan doktor olarak görev yapmaya başlayan iki kardeşin bu yolculukları mesai arkadaşlığına dönüştü. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü'nde hastalara birlikte şifa dağıtan Çolak kardeşler, pozitif enerjileri ve hastalara yaklaşımlarıyla takdir toplarken, benzerlikleriyle de hem hastaları hem de mesai arkadaşlarını şaşırtıyor. "Çok iyi tanıdığımız için birbirimizi daha iyi tamamlıyoruz" 33 yaşındaki ikizlerden asistan doktor Yasin Çolak, AA muhabirine, kardeşiyle beraber lise hariç eğitim sürecini beraber tamamladıklarını anlattı. Birbirlerine benzedikleri için sık sık karıştırıldıklarını, bu duruma artık alıştıklarını kaydeden Çolak, hastanede de iş arkadaşları tarafından karıştırıldıklarını, bunun bazen komik diyaloglara sebep olduğunu söyledi. İkiziyle aynı hastanede görev yapmanın kendisini rahatlattığını ifade eden Çolak, "Birbirimize güven veriyoruz, kendimizi daha güvende hissediyoruz. Birbirimizi de çok iyi tanıdığımız için birbirimizi daha iyi tamamlıyoruz. Beraber anılarımız çok sık oluyor. Bir keresinde kardeşimle beraber gün aşırı nöbet tutarken bir hasta yakını gelip bana, 'Hocam siz hiç eve gitmiyor musunuz, dinlenmiyor musunuz? Hep sizi burada görüyorum.' şeklinde bir şeyde bulunmuştu. Ben de ona gerçekleri anlattığım zaman kendisi de gülerek bu duruma çok şaşırmıştı." diye konuştu. "Hastanede 'Hocam ışınlandınız mı?' şeklinde yorumlar alıyoruz" Yasin Çolak, genellikle aynı günlerde mesaide olduklarını aktararak, şöyle devam etti: "Acilde nöbet tutarken bazen birimiz poliklinikte oluyor, birimiz müşahede alanında bulunuyoruz. Poliklinikten müşahedeye hasta alırken hastaların sık sık karıştırmasıyla karşılaşıyoruz. 'Hocam siz ne ara geldiniz buraya, ışınlandınız mı?' şeklinde yorumlar alıyoruz. İlkokulda mesela okuldan eve giderken teyzeler önümüzü keserdi, bize sorular sorarlardı. Biz bunlara alışkınız açıkçası ama hastanede de yine çalışma arkadaşlarımız, hemşire arkadaşlar olsun yolda giderken insanlar gördükçe bizi hayretle ve dikkat çekici şekilde seyrediyorlar." İkiz olmanın hissettirdiği duyguyu dile getiren Çolak, "İkiz olmak bence güzel, özel bir duygu çünkü bir bedenden iki hayat çıkması çok mucizevi bir olay. O yüzden benim için çok özel bir duygu. Aynı hastanede çalıştığımız için mutluyuz." ifadelerini kullandı. "İkiz olduğumuzu öğrenince çok şaşırıyorlar, hayretle bizi inceliyorlar" Asistan doktor Furkan Çolak, küçüklükten beri insanların kendilerini ayırt etmekte zorlandığını, isimlerini söylerken bile tereddüt ettiklerini, bu durumun hoşlarına gittiğini, güzel anılar biriktirmelerine ve insanlarla daha samimi diyaloglar kurmalarına vesile olduğunu söyledi. Aynı klinikte çalıştıklarını ancak farklı servislerde görevlendirildiklerini, hastaların da zaman zaman kendilerini karıştırdığını anlatan Çolak, "Hastanede beklerken yorgunluktan çift gördüklerini zannedenler oluyor. İkiz olduğumuzu öğrenince çok şaşırıyorlar, hayretle bizi inceliyorlar." şeklinde konuştu. Furkan Çolak, ikiziyle aynı hastanede görev yapmaktan mutluluk duyduğunu aktararak, "Kendimizi daha güvende hissediyoruz. Birbirimize yardımcı olma fırsatı buluyoruz. Bu da bizi hem duygusal hem mesleki açıdan mutlu ediyor." dedi. İkiz olmanın tarifinin zor olduğunu ifade eden Çolak, şunları kaydetti: "Değişik ve güzel durumların ortaya çıkmasına vesile oluyor. Çalışma ortamında da bizi motive eden özel bir bağımız var. İş dönüşü birbirimize öğrendiklerimizi anlatıyoruz. Yaşadığımız etkileyici olayları paylaşarak eğitimimize katkıda bulunuyoruz. Çalışırken bazı ilginç durumlarla karşılaşabiliyoruz. Acilde kardeşimin baktığı bir hastanın sonucuna ben baktığımda hasta bunu fark etmiyor. Ben de bozuntuya vermiyorum. Onlar için tuhaf bir durum oluyor." Çolak, Tıpta Uzmanlık Sınavı sonrası tercih döneminde birlikte araştırma yaptıkları sırada İstanbul'daki hastaneleri incelerken hem eğitim kliniği hem hasta çeşitliliği açısından Başakşehir Çam ve Sakura Şehir Hastanesinin ön plana çıktığını, eğitimlerine katkı sağlayacağını düşündükleri için burayı seçtiklerini söyledi. Hastaneye oğlunu getiren Keskin: "Çocuk birden hasta olduğunu unuttu" Çocuğunu ateş ve karın ağrısı şikayetiyle hastaneye getirince ikiz doktorlarla karşılaşan Hatice Keskin de hekimlerin ikiz olduğunu görünce şaşkınlık yaşadığını dile getirdi. Oğlunun da bu duruma şaşırdığını aktaran Keskin, "Oğlumun yüzü değişti. Çocuk birden hasta olduğunu unuttu resmen. Gerçekten çok güzel, çok değişik bir olaydı. Oğlum ikiz olduğunu görünce bir şaşırdı, ne olduğunu önce anlamadı. Sonra bir gülümsedi, hoşuna gitti." diye konuştu.
- Uygulama bahçesinde tarımı öğrenen öğrenciler alternatif ürün yetiştirilmesine öncülük edecek
Şanlıurfa'nın Siverek ilçesinde lise öğrencileri, okul bahçesinde oluşturulan uygulama alanında bir yandan tarımı öğrenirken diğer yandan ise bölgenin geleneksel ürünlerine alternatif olarak tıbbi ve aromatik bitki yetiştiriyor. Sultan Alparslan Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi Tarım Teknolojileri Alanı öğrencileri, bitkilerin ekiminden hasadına kadar tüm aşamaları birebir deneyimleyerek tarım yapmayı öğreniyor. Okul bahçesinde oluşturulan bahçede çeşitli bitkiler yetiştirerek uygulama yapma imkanı bulan öğrenciler, lavanta, biberiye ve adaçayını hasat ediyor. Öğrenciler, topladıkları ürünleri laboratuvar bölümünde paketleyerek satışa hazır hale getiriyor ve tarım sürecini "tohumdan sofraya" öğrenme fırsatı yakalıyor. Tarım Teknolojileri Alanı öğretmeni Mustafa Pekşahin, okulda öğrencilere tarımı uygulamalı öğrettiklerini söyledi. Bölgeye uyumlu bitkiler çiftçilere alternatif ürün olarak sunulacak Uygulama sahasında tıbbi ve aromatik bitkilerin dikimine geçen yıl başladıklarını, adaçayının da bu sene itibarıyla hasadını yaptıklarını dile getiren Pekşahin, şöyle konuştu: "Adaçayının önce dikimini gerçekleştirdik, ardından bakımını, sulamasını, ihtiyaç duyulduğunda gübrelemesini yaptık. Bu sene ise hasadını gerçekleştirdik. Kurutma işleminin ardından paketleme çalışmalarımızı tamamladık. Tarım Teknolojileri Bölümü olarak öğrencilerimize bölgemizde hakim olan tarım ürünlerini öğretmenin yanı sıra, çiftçimizi alternatif tarıma yönlendirmek için de ciddi çabalar gösteriyoruz. Yalnızca adaçayı ile sınırlı kalmadık, aynı zamanda tıbbi bir bitki olan ve mucizevi ot olarak bilinen altın otunun yetiştiriciliğini de sürdürüyoruz. Peyzaj alanında kullanılan ve uçucu yağ özelliği bulunan lavanta dikimini de gerçekleştirdik. Bir diğer aromatik bitkimiz olan biberiye yetiştiriciliğini de bahçemizde uygulamaya aldık. İnşallah önümüzdeki dönemlerde bölgemize uyumlu olan bitkileri çiftçilerimize alternatif tarım ürünleri olarak sunacağız. Buradaki en büyük önceliğimiz, elbette öğrencilerimizdir. Öğrencilerimizin sahada aktif olması, bölgede bilinçli çiftçi yetiştirilmesine öncülük edecektir." Öğrenciler eğitimden memnun Tarım Teknolojileri Alanı 10. sınıf öğrencisi Turna Yorgun, okul bahçesinde tıbbi ve aromatik bitkilerin dikiminden hasadına kadar olan tüm aşamalarda aktif olarak görev aldıklarını söyledi. Yorgun, "Bizim için bitkiyi toprakla buluşturmak ve bakımını üstlenmek çok güzel bir deneyim oldu. Adaçayı, lavanta, biberiye ve altın otu gibi bitkileri de tanıdık. Tarım bölümünde yer almak bizim için çok güzel bir deneyim ve büyük bir şans. İleride kendi bitkilerimi de üretebileceğimi bilmek beni hem mutlu ediyor hem de motive ediyor." dedi. Öğrencilerden Cumali Bakçı da sahada pratik yapmanın önemine işaret ederek, "Hasat yapımı, kurutma işlemi ve paketlemeyi birebir uygulamak bizim için mesleki açıdan büyük bir katkı sağladı. Lavanta, biberiye ve altın otu gibi bitkilerin hem ekonomik hem de sağlık açısından çok önemli olduğunu öğrendik. Mezun olduktan sonra bu alanda çalışabileceğime ve kendi işimi kurabileceğime inanıyorum." diye konuştu.
- Görme engelli Umut, kendi besteleriyle sahnelere çıkmayı hedefliyor
Adana'da görme engelli 23 yaşındaki Umut Utancak, kendi besteleriyle sahneye çıkmayı hedefliyor. Doğuştan görme engelli Utancak, küçük yaşlarda müziğe ilgi duymaya başladı. Ailesi tarafından 6 yaşında müzik kursuna yazdırılan Utancak, kısa sürede gitar çalmayı öğrendi.Zamanla gitarın yanı sıra flüt, klarnet, bağlama ve piyano çalmayı da öğrenen Utancak, kendi bestelerini de yapmaya başladı. Gitarıyla Türkçe ve İspanyolca şarkılar seslendirerek sosyal medya hesabında paylaşan Utancak, sahneye çıkarak azmi ve tutkusuyla çevresindekilere örnek olmak istiyor. "Müzik benim dünyamı aydınlatıyor" Özel bir şirketin çağrı merkezinde çalışan Umut Utancak, enstrüman çalmayı çok sevdiğini söyledi. Müziğin küçük yaşlardan itibaren adeta karanlık dünyasını aydınlattığını anlatan Utancak, "Müzik hayatımın bir parçası ve yaşam kaynağım. Müziği seviyorum, benim için hayatı, doğayı ve yaşamı ifade ediyor." dedi. Utancak, katıldığı etkinliklerde arkadaşlarına gitar çalıp şarkılar söylemenin kendisine iyi geldiğini belirtti. Stüdyo ortamında kendi şarkılarını çıkarmak istediğini anlatan Utancak, şöyle konuştu: "Müzik benim dünyamı aydınlatıyor. Müzik olmayınca enerjim olmuyor, ona bağlıyım. Hayatımın birçok noktasını ona borçluyum. Sahneye çıkıp insanlara hitap etmek istiyorum." Utancak, müzik konusunda her gün kendini daha çok geliştirmek için çalıştığını bu kapsamda ezberlediği İspanyolca şarkıları da çalıp söyleyebildiğini belirtti. Yaptıklarıyla çevresinden çok güzel geri dönüşler aldığını ifade eden Utancak, "O kadar güzel şeyler söylüyorlar ki 'Seninle hayat bulduk, terapi gibi geldin' gibi birçok mesaj alıyorum. Aileler çocuklarına enstrüman almalı, kırdıysa yenisini almalı. Çünkü enstrüman çalmak güzel. Bence herkes eline bir enstrüman alıp çalmalı." diye konuştu. Anne Çilem Utancak da müziğe karşı küçüklüğünden bu yana tutkusu olan oğlunu her zaman desteklemeye devam edeceğini kaydetti.
- Saatçi Yakup usta Fethiye'de 54 yıldır saatlere ayar veriyor
Muğla'nın Fethiye ilçesinde yaşayan 69 yaşındaki Yakup Gökhan, kentte 54 yıldır saat tamiri yapıyor. İlkokul çağında Adana'da çırak olarak saat tamirciliğine başlayan Gökhan, 1971'de işi öğreten ustasının çağırması üzerine Fethiye'ye yerleşti. Bir süre ustasıyla çalışan, 18 yaşındayken ustası Adana'ya dönen Gökhan, mesleğine devam etti. İlerleyen teknolojiye rağmen mesleğini aşkla sürdüren Gökhan, 4 metrekarelik iş yerinde eski saatlerin tamirine devam ediyor. Yakup Gökhan, meslekte 56 yılını doldurduğunu, Fethiye'de ise 54 yıldır saatçilik yaptığını söyledi. İnsanların eski, kurmalı saatlere daha çok önem verdiğini belirten Gökhan, "Elektronik saatler, eski saatlerin yanında pasif kalıyor. İnsan mesleğini severse başarılı olur. Mesleğini sevmeyen birisi hiçbir zaman başarılı olamaz. Ben mesleğimden ve kazancımdan memnunum." dedi. Gökhan, biri üniversite mezunu iki çocuğuna da mesleğini öğrettiğini, çocuklarına zanaatını miras bırakacağını kaydetti. "Bizim elimizdeki saatleri arayan kolay kolay bulamıyor" Emekliliğinin üzerinden 23 yıl geçmesine rağmen mesleğinden vazgeçemediğine işaret eden Gökhan, şöyle konuştu: "Saatlerin parçası olduğu sürece tamiri yapılır. Parçasını bulamazsak zor oluyor. En az 70-80 yıllık saatler var. Mekanik saatlerin senede bir temizlenmesi lazım. Bakımını yaparsan çalışır. Tamir ettiğim çoğu saat insanların dedesinden, atasından kalma. Eski takmadığım zemberek gibi az bulunan parçaları elimde sürekli bulunduruyorum. Lazım olduğundan da kullanıyorum. Fabrikalarda üretilen elektronik saatleri bulması kolay. Bizim elimizdeki saatleri arayan kolay kolay bulamıyor. Ayda bir, 15 günde bir kurulan saatler var. Bunlardan artık yok. Çin mallarının parçaları naylon. Bu saatler 3-5 yıl kullanıldıktan sonra çöp oluyor. Eski saatler ise ömürlük, sadece bakım istiyor." Gökhan, sanatını icra etmeye devam ettiğini, saat satıcısı değil, sadece tamirat yaptığını dile getirdi. "Çalışan ve mücadele edenin karnı doyar" Çevre ilçelerin yanı sıra özellikle yaz aylarında İstanbul'dan tatile gelenlerin tamir için saatlerini getirdiğini anlatan Gökhan, "Adana'da bir ustam vardı. Dedi ki 'Zanaatkar öğlene kadar aç, öğleden sonra toktur.' Allah hiçbir zaman insanı aç bırakmaz. Çalışan ve mücadele edenin karnı doyar." ifadelerini kullandı. İlçe sakinlerinden 65 yaşındaki Muharrem Akalın, saatçi Yakup ustayı 10 yaşından bu yana tanıdığını söyledi. Çocukluk zamanlarında ağabeyiyle Yakup ustaya saat tamirine geldiklerini, o zamanlardan bu yana ustayı tanıdığını anlatan Akalın, "Gerçekten bende de şu anda saat yok, saate cep telefonumdan bakıyorum. Yakup ağabey, geldiğimde bana saat hediye ediyor. Fethiye'de Yakup ağabeyin dışında bir kişi daha var, başka da saat tamircisi yok." diye konuştu. Saat tamiri için gelen Ali Karayel de yaklaşık 35 yıldır tanıdığı saatçi Yakup'un işçiliğinin çok iyi olduğunu kaydetti.
- Çırakken koyduğu işveren olma hedefine tekstil atölyesi açarak ulaştı
Sinop'ta, çıraklık yaptığı çocukluk yıllarında hayal ettiği tekstil atölyesini kuran 2 çocuk annesi Burcu Kurt, 15'i kadın 20 kişiye istihdam sağlıyor. Türkeli ilçesinde yaşayan 30 yaşındaki Burcu Kurt, çocukken İstanbul'daki tekstil atölyelerinde çırak olarak çalıştı. Babası ve ağabeyinin yanında uzun yıllar çalışarak mesleğin inceliklerini öğrenen Kurt, 5 yıl önce memleketi Sinop'un Türkeli ilçesine döndü. İlçede bir tekstil atölyesi açan ve üretim yapmaya başlayan Kurt, zamanla hem atölyesini büyüttü hem çalışan sayısını artırdı. Bugün 15'i kadın 20 kişiyi istihdam eden Kurt, çalışan sayısını yüzlere çıkarmayı hedefliyor. Kurt, tekstile ilgisinin çocukluğunda başladığını belirterek, "Makineleri gördüğümde, başına dikildiğimde çok heyecanlanıyorum. Mesleğime aşığım. Makinelerimi çocuklarım gibi çok seviyorum." dedi. Çıraklık döneminde belirlediği "işveren olma" hedefine ulaşmak için çok çalıştığını anlatan Kurt, kurduğu atölyede ünlü firmalara üretim yaptıklarını söyledi. Çalışanlarının çoğunun kadın olduğunu vurgulayan Kurt, "Kadınlarda da merak uyandırdım. Hepsi 'Abla bizim elimiz de seninki kadar hızlı olacak mı?' diye soruyor. Amacım öğrendiklerimi başkalarına da eğitim vererek öğretmek, kadınlara heyecan katmak, onların içlerindeki cevheri dışarı çıkarmak. Onlar da çok azimli, çok meraklı." diye konuştu.
- "Dilara usta" otomotiv servisinde araçların bakımını yapıyor
Sivas'ta yetkili otomotiv servisinde 2 ay önce işe başlayan 28 yaşındaki Dilara İsaoğulları, çocukken merak sardığı oto tamirciliğini başarıyla yapmak istiyor. Cumhuriyet Üniversitesi Mekatronik Mühendisliği Bölümünden 2020'de mezun olan ve daha sonra aynı üniversitede savunma sanayi teknolojileri ve stratejileri alanında yüksek lisansını tamamlayan Hataylı Dilara İsaoğulları, 2 ay önce bir otomotiv servisinde işe başladı. İsaoğulları, mesleğini severek yaptığını söyledi. Çocukken ağabeyi ile tamir işleri yaptığını anlatan İsaoğulları, "Küçüklükten gelme bir alışkanlık. Daha önce de sanayi alanlarında çalıştım. Kadın çalışan görünce ilk başlarda bir garipseme oluyor. Ekip arkadaşlarımın sayesinde yabancılık çekmedim, onların yardımları sayesinde işime devam ettim. O açıdan işimi yaparken fazla zorlanmıyorum." dedi. Araçlarla ilgilenmeyi sevdiğini ve 45 kişilik bakım servisinde çalışan tek kadın olduğunu dile getiren İsaoğulları, "Servise gelen araçların ilk önce bakım, güncelleme ve yazılım işlerini yapıyorum. Daha sonra aracın arızasına ve durumuna göre tamir kısımları oluyor. Burada herkes ayrı bir görev üstleniyor. Araçların motor yağının, filtresinin değişmesi gerekiyorsa onları da yapıyorum. Araçla ilgili her işlemi gerçekleştiriyoruz." diye konuştu. İsaoğulları, servise gelen bazı müşterilerde kadın bir usta görünce "acaba yapabilir mi" diye garipseme olduğunu dile getirdi. Ustalarının da verdiği bilgiler doğrultusunda zorlanmadığını ifade eden İsaoğulları, şöyle devam etti: "Arkadaşlar bana yardım ediyor, adım adım neler yapılması gerektiğini de gösteriyor. Araçlarla uğraşmayı çok seviyorum. Elektrikli araçlara geçilmesi, güncel araçların ve mekanik aksamlarının da değişmesi üzerine bence bir kadının da bu işin içerisinde kırmızı ojelerle yer alması doğru oluyor. Her sanayide bir kadın hakimiyetinin olması gerekiyor diye düşünüyorum. Kadınlar sevdikleri işi yapsın, 'Orada çok erkek var, garipsenir miyim, rahatsız olur muyum?' diye düşünmesinler. Çalışılan ortamlar artık düzene girdiği ve sistematik olduğu için bir sıkıntı yok. Rahatlıkla gelip çalışabilirler. İşin artık hamurunda olduğumuz için daha iyi bir şekilde öğreniyoruz." İsaoğulları, araç ve parçalarını daha iyi öğrenmeyi hedeflediğini belirterek, sektörde kadın hakimiyetinin daha fazla olmasını istediğini söyledi. "Otomotiv sektöründe de neden kadın teknik danışman olmasın" Firmanın genel müdürü Sevda Biçer ise kadınların elini attığı her işte başarılı olacağı inancında olduğunu kaydetti. Bu doğrultuda kadınların iş hayatında temsili ve başarısının her şeyden çok toplumların ekonomik ve sosyal gelişimi açısından önemli olduğunu dile getiren Biçer, "İş hayatındaki bazı mesleklerin kadınlar için zorlayıcı olacağını düşünenler için söylemek istediğim söz, harekete geçme kararı, gerisi ise tamamen kararlılık meselesi. Türkiye'de kadınlar milletvekili, yargıç, doktor ve çeşitli meslek sahibi olmuş, otomotiv sektöründe de neden kadın teknik danışman olmasın fikriyle yola çıkarak genç arkadaşımıza bu fırsatı ve desteği verdik." ifadelerini kullandı.
- Kendi çabasıyla okuma yazma öğrenen 89 yaşındaki şair, şiir tutkusundan vazgeçmiyor
Konya'da kendi çabasıyla okuma yazma öğrenerek 74 yılda 4 binden fazla şiir yazan 89 yaşındaki Edip Önal, kendisinden sonra 37 defteri dolduran şiirlerine sahip çıkılmasını istiyor. Erzurum'un Oltu ilçesi Obayayla köyünde dünyaya gelen Önal, maddi imkansızlıkların yanı sıra o dönem köyünde okul bulunmadığı için okuma yazma öğrenemedi. Küçük yaşlarından itibaren çobanlık yapan ve tarım işlerinde çalışarak ailesinin geçimine destek olan Önal, kendi çabalarıyla öğrendiği okuma yazmasıyla, ilk şiirini 15 yaşında aşık olduğu kıza yazdı. Önal, yaşadığı acılar, zorluklar, hasretler ve özlemlerle şekillenen şiirleriyle, kendi dünyasını, yaşadığı toplumun değerlerini, acılarını, umutlarını ve sorumluluklarını yansıtıyor. Bugüne kadar 4 binden fazla şiir yazan Önal, şiirlerini 37 defterde muhafaza ediyor. Gençliğinde çalışmaya Konya'ya gelen ve Sarayönü ilçesinde yerleşen Önal, zorluklar ve şiirlerle dolu yaşam öyküsünü AA muhabiriyle paylaştı. İlkokul diplomasını 53 yaşında aldı Önal, genç yaşta annesini, babasını ve kardeşini kaybettiğini, yakın zamanda bu acılara evlat ve eş acısının da eklendiğini söyledi. Çocukken okula gidememenin içinde ukde kaldığını vurgulayan Önal, "Harflere baka baka, çalıştığım yerlerdeki kişilerden yardım alarak okumayı öğrendim. Yoksulluktan okuyamadım, köyümde de okul yoktu. Sonraları okul yapıldı ama benim yaşım geçmişti. 1951'den beri gurbet gezerim. Elimde kalemim durmaz yazarım. Bir diplomam olsun istedim. 53 yaşında ilkokul diploması aldım." ifadesini kullandı. "Benden sonra bu şiirler kitap basılsın, insanlar okusun" Önal, yaşına rağmen yazmaya devam ettiğini, şiirlerinin de yaşadığı ilçenin yerel gazetesinde her hafta yayımlandığını dile getirdi. Eskiden şiirlerinin hepsini ezbere bildiğine değinen Önal, şöyle konuştu: "Artık hafızam çok zorlanıyor. Bazılarını hatırlıyorum. Başlığı aklıma geldiğinde ya da yardım eden olduğunda hatırlıyorum. Hafızam yorulmuş iyice. Yine de fena değil. Halka hizmet, hakka hizmet düşüncesiyle, şiirimi okuyan olur da örnek alır, kendine bir şey katar diye yazıyorum. Şiirlerimin benden sonra kaybolup gitmesini istemiyorum. Bu şiirleri bir yere veremeden ölürsem, benden sonra bu şiirler kitap basılsın, insanlar okusun. Ben zamanında 60 şiirle yarışma kazandım. Bana, 'Şiir temsilcisi olarak kaydın yapıldı' diye mektup geldi."











