top of page

Boş arama ile 434 sonuç bulundu

  • İzmir'in ilk kadın ilçe jandarma komutanı, Karşıyaka'nın huzur ve güvenliği için mesaide

    İzmir'in ilk kadın ilçe jandarma komutanı olarak Karşıyaka'da görev yapan 28 yaşındaki teğmen Büşra Koçak, ilçenin huzur ve güvenliği için mesai harcıyor. Mersin'in Tarsus ilçesinde doğan Koçak, 2019'da Çankırı Karatekin Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü'nden mezun olduktan sonra 2021'de girdiği Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi Sınavı'nı kazandı. Buradaki eğitiminin ardından 2023'te İzmir İl Jandarma Komutanlığı Aile İçi Şiddetle Mücadele ve Çocuk Şube Müdürlüğü'nde göreve başlayan Koçak, yaklaşık 9 ay önce Karşıyaka'ya kentin ilk kadın ilçe jandarma komutanı olarak atandı. Büşra Koçak, 41 jandarma personelinin görev yaptığı ilçede, erkek meslektaşlarıyla birlikte, suç ve suçlularla mücadele ediyor. Kısa sürede mahallelinin sevgisini kazanan Koçak, vatandaşlarla sık sık bir araya geliyor. Teğmen Büşra Koçak, AA muhabirine, asker olmaya lisedeyken karar verdiğini belirterek, "Okulum, Tarsus İlçe Jandarma Komutanlığı ile yan yanaydı. Her gün okula giderken ilçe jandarmanın önünden geçtim. 'Bu üniforma bana yakışır ve ben bu üniformayı en iyi şekilde temsil ederim' dedim. O zaman kesin net olarak kararımı verdim. Üniversite eğitimimi tamamladıktan sonra 2 yıl subaylık sınavına hazırlandım ve kazandım." dedi. Sınavı kazanınca babası asker eğlencesi yapmış Bu süreçte en büyük destekçisinin ailesi olduğunu vurgulayan Koçak, "Babamın bir lafı vardı. 'Benim 3 tane pırlanta gibi kız çocuğum var. Bir gün olsun şikayet etmedim 'neden erkek evladım yok' diye. Hepinizle her zaman gurur duydum. Allah biliyor ya tek bir şey içimde ukde kaldı. O da bir asker uğurlaması yapmak'. Babam bu sözünü yerine getirdi. 2021 yılında eğitimi kazandığımda bizler büyük bir eğlence düzenledik, kına merasimi yaptık. Asker uğurlaması yaptık." diye konuştu. Teğmen Büşra Koçak, geçen yıl 15 Ağustos'ta görev sahası içindeki Yamanlar Dağı'nda çıkan orman yangınının ardından şüphelilerin yakalanması için ekip arkadaşlarıyla günlerce mesai yaptıklarını, çalışmalar sonucunda zanlıları yakalayıp adalete teslim ettiklerini söyledi. Kısa sürede ilçe halkıyla iyi bir bağ kurduklarını anlatan Koçak, şunları kaydetti: "İzmir'de ilk kadın ilçe jandarma komutanı benim. Bir kadın komutan görmek vatandaşları mutlu ediyor. Vatandaş gördüğü zaman yanıma geliyor, gözleri ışıl ışıl bakıyor. Kız çocukları görünce 'Ben de sizin gibi olmak istiyorum, nasıl olacağım' diye soruyorlar. Bunlar bizi mutlu eden şeyler. Vatandaşlarla sık sık bir araya geliyorum. Onlar bize burada aile, sıcak bir yuva oluyorlar. Biz de onlar için elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. Onlara sarılınca bir aile sıcaklığı hissediyorum. Anneme sarılmış gibi hissediyorum. Sevgi ve şefkatle kucaklıyorlar." Vatandaşlar memnun Yamanlar Mahallesi Muhtarı Ferhat Serçekuş ise ilçe jandarma komutanlığı görevine ilk kez bir kadın subay atandığı için mutlu olduğunu belirtti. Koçak'ın sürekli kendilerini ziyarete geldiğini dile getiren Serçekuş, "Ramazan Bayramı'nda da geldi. Biz ondan memnunuz. Kızlarımızı böyle görevlerde görmek istiyoruz. İnsanlarımıza canıgönülden davranıyor. Burada herkes memnun." ifadesini kullandı. Semiha Yaşar ise "Koçak'ı çok seviyorum. Onu kızım gibi seviyorum. Kızımın yaşında zaten. Çok candan, onunla gurur duyuyoruz. Kız çocuklarımıza da örnek oluyor." sözlerini sarf etti.

  • Ayakkabı üretiminde yarım asrı deviren kardeşler, mesleği yaşatmaya çalışıyor

    Ankara'da 50 yıldan fazladır ayakkabı ustası olan Adem Cihangör ve Davud Cihangör kardeşler, el işçiliği ayakkabıcılık mesleğinin devam etmesi için mücadele veriyor. 67 yaşındaki Adem Cihangör, ilkokulu bitirdikten sonra 1970 yılında dayısının yanında çıraklık yaparak ayakkabıcılık mesleğine adım attı. Henüz 12 yaşında el işçiliğiyle ayakkabı üretimine başlayan Cihangör'ü iki yıl sonra kardeşi Davud Cihangör de izledi. Yıllarca çıraklık, işçilik ve kalfalık yaparak ayakkabı üretiminin inceliklerini öğrenen ve ardından usta olan iki kardeş, 1985'te kendi atölyelerini kurdu. Yanlarında çalıştırdıkları 30'u aşkın işçi ile ayakkabı üretimi yapan Cihangör kardeşler, 2001'de yaşanan ekonomik kriz sonrası küçülmeye gitmek zorunda kaldı. "El işçiliği bitmek üzere" 50 yıldan fazladır tüm zorluklara rağmen dükkanlarında ayakkabı üretimine devam eden kardeşler, el işçiliği mesleklerinin yaşaması için verdikleri mücadeleyi AA muhabirine anlattı. Teknolojinin gelişmesiyle mesleki açıdan zorluk yaşamaya başladıklarını ifade eden Adem Cihangör, tüm sıkıntılarına rağmen dünyaya bir daha gelse aynı mesleği yapmak isteyeceğini söyledi.Bu zamana çok sayıda çırak yetiştirdiğini ancak şu an en büyük sıkıntılarının sektörde çalışan işçi bulamamak olduğunu aktaran Cihangör, sözlerini şöyle sürdürdü: "El işçiliğine eskiden rağbet vardı ama şu anda fabrika çıktıktan sonra biraz daha düşmeye başladı. El işçiliği bitmek üzere. Fabrikalar daha basit, pratik, daha seri. El işçiliği zor. Sanata giren kalmadı, yetişen de yok. Çocuk yaşta bu sanata başlanması lazım ki bu sanat öğrenilebilsin. Yoksa 20 yaşından sonra sanat öğrenmesi çok zor, öğrenemez. Mesleğimi çok severek yapıyorum, el emeği bitmesin istiyorum. Her meslek için aynı durum söz konusu. Mesela terzinin mesleği bitti. Konfeksiyonlar başladı, terzi bitti. Bir pantolon, paça yaptıracaksın yaptıramıyorsun. El emeğinin bitmemesi için mücadele etmek gerekiyor." "40 senedir kravat takarım" Mesleğine duyduğu saygıdan dolayı yıllardır takım elbiseyle çalıştığını anlatan Adem Cihangör, "En az 40 senedir aynı düzenle devam ediyorum. 40 senedir kravat takarım. Pazar günü dahi olsa yine takarım. Hayretle karşılayanlar çok. 'Bu sanatı yapıp da kravat takılır mı' diyen insanlar var. Benim kendi alışkanlığım. Bir kere insan önce kendine saygı duyacak, müşteriye saygı gösterecek. Ben kendime saygı duyduğum için müşterime de saygı gösteririm." diye konuştu. "Tezgahın her köşesinde bir eleman yetişirdi, şimdi bir tane bile bulamıyoruz" 65 yaşındaki Davud Cihangör de ayakkabı üretim mesleğinin sanat olduğunun altını çizerek, "Bir ayakkabı ilk önce kesim üzerine yapılır, ondan sonra sayacımız var, dikilir. Dikildikten sonra bize gelir biz de altını yaparız. Bizden sonra dikişimiz var. Fora dikişi var, freze var. Onlar da ayrı bir şey. Tek kişiyle yapılmaz, en az dört beş tane, sayacı, kesimci, kalfa, foracı, frezeci, bunlar ayrı ayrı bir meslek grubu ayakkabı üzerinde. Bir usta bunların hiçbirini yapamaz, hepsine ayrı ayrı usta lazım." dedi. Meslekte yarım asrı devirdiğini dile getiren Cihangör, sektörün dünü ve bugününe ilişkin, "Bizim tezgahımızda dört tane köşe var, dört tane çocuk vardı. Her köşede bir eleman öyle yetişiyordu. Şimdi bir tane bile bulamıyoruz. Çok sıkıntıda. Herkes okuyor, alıyor diplomayı, boş geziyor. Gelip de bir sanat öğrenmiyor. Bir bizim sanat değil. Araba tamircisi olsun, başka meslek olsun onlar da sıkıntı çekiyor. İnşallah devlet büyüklerimiz bunlara bir el atar da bunlar düzelir." ifadelerini kullandı. "Artık bir devrin sonuna geldik" Davud Cihangör, el işçiliğinin bitmek üzere olduğuna dikkati çekerek, şöyle devam etti: "Biz sanata başladığımızda teknoloji çok sıkıntılıydı. Şimdi teknoloji çok ileri ama eleman yok. Ayakkabıyı yapacak bütün makineler var. Her şey var, usta yok. Usta olmayınca istediğin kadar makine olsun, olmuyor. Ankara'da da bu meslek bitmek üzere mi, bitti mi diyelim, ne diyelim bilmiyorum. Artık ben 65 yaşındayım. En fazla olsa 5 sene daha yapabilirim ondan sonra yapamam. Artık bir devrin sonuna geldik yani." "Mesleğin en genci benim" Mesleğin devam etmemesinin temel nedeninin, yeni eleman yetişmemesi olduğunu anlatan Cihangör, "Şu an meslek artık bitmek üzere. En son eleman biziz, biz de 65 yaşındayız. Yetişen bir eleman yok. Herkes okuyor, herkes okuduğu için hiç mesleğe giren yok. Sıkıntılı bir durumdayız. Mesleğin en genci benim." şeklinde konuştu. "65 yaşındayım, 25 yaşında nasıl çalıştıysam yine severek yapıyorum işimi ve bitmesin istiyorum. Biz bunun mücadelesini veriyoruz." diyen Cihangör, meslek liselerinde ayakkabı üretimiyle ilgili alanlara ağırlık verilmesi talebinde bulundu.

  • Erzincanlı anne ile kızı devlet desteğiyle koyun sayılarını 100'den 900'e çıkarttı

    Erzincan'da küçükbaş hayvancılık yapan Hilal Kalkan ve üniversite mezunu kızı Hüsna Hatice, devlet desteğiyle küçükbaş hayvan sayılarını 100'den 900'e çıkarttı. Kentte hayvan sayısının artırılması için Valilik, İl Tarım ve Orman Müdürlüğü ve Ziraat Bankası işbirliğiyle 2020 yılında hayata geçirilen "Köyümde Yaşamak İçin Bir Sürü Nedenim Var Projesi" çerçevesinde başvurular ve destekler sürüyor. İl ve ilçedeki Tarım ve Orman müdürlüklerine müracaat ederek destekten yararlananlar, kentin hayvan ve süt ürünleri üretimine katkı sağlıyor. Merkeze bağlı Dereyurt köyünde yaşayan 44 yaşındaki 4 çocuk annesi Hilal Kalkan, 2021'de, kızı Hüsna Hatice Kalkan (22) da Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi Çocuk Gelişimi Bölümü'nden 2022'deki mezuniyetinin ardından projeden faydalanarak 100'er koyun aldı.Mevcuttaki 100 koyunlarına 200 küçükbaş daha ekleyen ailenin koyun sayısı zamanla 900'e çıktı. Kalkan ailesi, yılda 6 ton tulum peyniri, 500 kilogram tereyağı ve 3 ton et üretimi gerçekleştiriyor. "Allah devletimizden razı olsun" Anne Hilal Kalkan, 2021'de 100 koyun alarak eşi ve çocuklarıyla besiciliğe başladıklarını söyledi. Tarım ve Orman Bakanlığının destekleriyle devam ettirdikleri işten memnun olduklarını dile getiren Kalkan, "Allah devletimizden razı olsun, bize desteklerini esirgemiyor. Projeden yararlandık. Bu işin de zorluklarına alıştık. Yaylada birinci önceliğimiz tulum peyniri, tereyağı, süt. Bu işi seviyoruz, devam ettirmek istiyoruz." diye konuştu. Hüsna Hatice Kalkan da mezun olduktan sonra küçükbaş hayvan sayılarını artırdıklarını söyledi. Kalkan, "Bu şekilde aile ekonomisine katkıda bulunuyoruz. Babam, annem, kardeşlerim hep birlikte bu işi sürdürmeye çalışıyoruz. Bu mesleği sürdürmeyi düşünüyorum. Her işin olduğu gibi bu işin de zorlukları var ama biz bu işi severek yapıyoruz." dedi. Baba Yakup Kalkan ise mevcutta kendilerinin 100 küçükbaşının bulunduğunu, desteklerle hayvan varlıklarını artırdıklarını, üretmeye ve çalışmaya devam edeceklerini belirtti. Projeden 185 yetiştirici faydalandı İl Tarım ve Orman Müdürü Alper Koçaker ise kentte yılda 4 bin ton üretilen coğrafi işaretli Erzincan tulum peynirinin en önemli girdisinin koyun sütü olduğunu, bu açıdan şehirdeki küçükbaş hayvan yetiştiriciliğinin önemli olduğunu söyledi. "Köyümde Yaşamak İçin Bir Sürü Nedenim Var Projesi" kapsamında verilen desteklerle 2 kadın çiftçinin üretimlerini 3 katına kadar artırdıklarını ifade eden Koçaker, şunları kaydetti: "Bugüne kadar Erzincan'da bu projeden 185 yetiştiricimiz faydalandı. Proje kapsamında 18 bin hayvanı temin ederek yetiştiricilerimize teslim ettik. Erzincan’da 2025 yılı itibarıyla 650 bin küçükbaş hayvanımız bulunmaktadır. Erzincan'da küçükbaş hayvan varlığımızı 1 milyona kadar çıkarmayı hedefliyoruz."

  • Edirne'de lise öğrencileri ağrı hissi yoksunluğu hastalarına akıllı eldiven tasarladı

    Edirne'de lise öğrencileri, ağrı, acı ve sıcaklık yoksunluğu hastalarına (CIPA) yönelik hissetmeyi sağlayan yapay zeka destekli "Akıllı Eldiven" geliştirdi. İlhami Ertem Anadolu Lisesi öğrencilerinin oluşturduğu İstikbal Teknoloji Takımı, proje öğretmenleri Doğu Karani'nin danışmanlığında "Hissetmeyi Mümkün Kılan Akıllı Eldiven: CIPA Hastaları İçin Yenilikçi Güvenlik Çözümü" projesini hayata geçirdi. Ağrı veya sıcaklık hissini engelleyen sinir sistemi hastalığı bulunan kişilerin günlük yaşamlarını kolaylaştırmak amacıyla çalışma başlatan öğrenciler yaklaşık 3 aylık sürede sensörlerle donattıkları eldiveni tasarladı. Yapay zeka destekli yazılımla hazırlanan akıllı eldiven, aşırı basınç ve sıcaklık hissedildiğinde kullanıcısına uyarı verip yaralanmaların önüne geçiyor. Tasarladıkları eldivenle, TÜBİTAK 2204-A Lise Öğrencileri Araştırma Projeleri Yarışması İstanbul Avrupa Bölge Finali'nde Teknoloji Tasarım alanında birincilik elde eden öğrenciler, çalışmalarını sürdürüp eldivenin daha kullanışlı bir modelini geliştirmeyi hedefliyor. 3 ayda tasarlandı Takımın danışman öğretmeni Doğu Karani, AA muhabirine, öğrencilerin CIPA hastaları için yapay zeka eğitimli eldiven tasarladığını söyledi. CIPA hastalığının nadir görülen bir rahatsızlık olduğunu belirten Karani, "Sensörlerle donattığımız bu eldiven sayesinde hastaların dezavantajlı durumlarını azaltmayı hedefliyoruz. Bu hastalıkta dokunma duyuları az olduğu için sensörler yardımıyla hastaların yaşamlarının kolaylaştırılması hedeflendi." dedi. Karani, çalışmanın fikir aşamasından hazırlık sürecine kadar yaklaşık 3 ay sürdüğünü ifade etti. Öğrencilerin pek çok deneme yaptığını anlatan Karani, şunları kaydetti: "Yapım süresince pek çok prototip hazırlandı. Birçok hata yapıp çok sayıda sensör yakıldı. Ama sonuç olarak hedefe ulaşıldı. Önümüzdeki süreçte patent süreci olacak. Eldiveni daha kullanılabilir ve giyilebilir hale getirmek istiyoruz. İkinci versiyonunu üretmeyi planlıyoruz. Daha esnek katlar ve akıllı kumaş teknolojileriyle ulaşılabilir hale getireceğiz." Akıllı eldiven hissetmeyi mümkün kılıyor Takım üyesi Mehmet Melih Kurt, eldivendeki sıcaklık ve basınç sensörleri aracılığıyla hissetmeyi mümkün kıldıklarını söyledi. Eldivenin yapısı hakkında bilgi veren Kurt, "Eldivende iki sıcaklık ve bir basınç sensörü bulunuyor. Sensörlerden gelen veriler bir yazılımda değerlendiriliyor. Veriler uyarı ekranına yazılıyor. Eğer normalin dışında bir durum varsa hem sesli hem de görüntülü olarak kullanıcı bilgilendiriliyor." ifadelerini kullandı. Ceren Demir ise CIPA hastalarının ağrı ve sıcaklık hissedemedikleri için kendilerine zarar verebildiklerini dile getirdi. Hastalığın dünya genelinde milyonda 1-2 kişide görülebildiğini belirten Demir, "Bu hastalık nadir hastalıklar arasında yer alıyor. CIPA hastalığının bir tedavisi yok. O yüzden böyle bir eldiven geliştirdik. Bu hastalar sürekli tıbbi kontrollerden geçmek zorunda kalıyor. Bu eldiven sayesinde hastalar sıcak bir yere temas ettiğinde ısıyı hissedecek ve yanma tehlikesini atlatmış olacak." dedi. Efe Doğru da CIPA hastalarının günlük hayatta pek çok riskle karşılaştıklarına dikkati çekerek, "Bu riskleri en aza indirmek için akıllı eldiven geliştirdik. Eldivenin üzerinde bulunan sensörler sayesinde veriler değerlendiriliyor ve kullanıcının yaralanmasının önüne geçiliyor." diye konuştu.

  • Emekli olduktan sonra kazandığı üniversiteyi bitirip kaptan olmak istiyor

    İstanbul'da emekli olduktan sonra gençliğinde yarım kalan hayalini gerçekleştirerek üniversite kazanan 56 yaşındaki Arzu Koyun, denizcilik eğitimini tamamlayıp hayatını kaptan olarak sürdürmek istiyor. Dijital baskı makineleri satan firmada 38 yıl çalışan bir çocuk annesi Koyun, çok istediği halde hayat şartları nedeniyle eğitim hayatını sürdüremedi. Okuma isteğinden hiçbir zaman vazgeçmeyen Koyun, geçen yıl emekli olduktan sonra girdiği üniversite sınavında ilk tercihi olan Sakarya Uygulamalı Bilimler Üniversitesi (SUBÜ) Deniz Ulaştırma ve İşletme Programını kazandı. Azmi ve çalışkanlığıyla sınıf arkadaşlarına da örnek olan Koyun, mezun olup denizlere açılacağı günleri sabırsızlıkla bekliyor. "Üniversite eğitimi içimde ukde kalmıştı" Koyun, üniversite eğitiminin içinde ukde kaldığını söyledi. Emekli olduktan sonra hayalini gerçekleştirmek istediğini belirten Koyun, geçen yıl girdiği üniversite sınavında ilk tercihi olan SUBÜ Deniz Ulaştırma ve İşletme Programını kazandığını kaydetti. Koyun, hem kendisine bir şeyler katmak hem de örnek olmak istediğini dile getirerek, "Sıra arkadaşlarım çocuğum yaşında, hepsini çok seviyorum. Derslerime çalışıyorum, sınavlarıma giriyorum. İyi notlar aldığımda arkadaşlar bana şaşırıyor. Belki de onlara rol model oluyorum, seviniyorum. Onlara tecrübelerimden, eğitimin öneminden bahsediyorum. Bundan faydalandıklarını düşünüyorum. Bu da benim için yeterli." diye konuştu. Okulun deneyimli akademik kadroya ve iyi teknik imkanlara sahip olduğunu belirten Koyun, "Bundan sonraki ilk hedefim diplomamı almak. O güzel okyanuslara açılabilmeyi, kaptanlık yapabilmeyi çok istiyorum. Denize açılmayı hayallerime benzetiyorum. Deniz bir sonsuzluk, benim hayallerim de sonsuzluk." ifadelerini kullandı. Eğitimin önemine işaret eden Koyun, "Hayatımızda, evliliğimizde, çocuk yetiştirmemizde, arkadaş ortamında her şeyde eğitim çok önemli. Herkesin, bütün gençlerin okumasını istiyorum." dedi. "YÖK'ün 35 yaş ve üstü kadınlara ayrılan ek kontenjan uygulaması çok değerli" SUBÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Sarıbıyık da eğitimin hayat boyu devam etmesi gerektiğini, bu anlamda Yükseköğretim Kurulunca (YÖK) üniversite hayalini gerçekleştirmek isteyen "35 yaş ve üstü kadınlar"a ayrılan ek kontenjan uygulamasını değerli bulduğunu söyledi. Sarıbıyık, farklı bölümlerde çok sayıda 35 yaş üstü kadın öğrencilerinin olduğunu aktararak, "Onların gençlerle eğitim almasını da çok kıymetli buluyoruz. 35 yaş üstü eğitime başlayan kadınlarda kararlı duruş görüyoruz. Sorumluluklarının daha bilincinde, isteyerek eğitim aldıklarına şahitlik ediyoruz. Bu da diğer öğrenciler açısından motivasyon kaynağı oluyor. Biz de bu öğrencilerimizin üniversiteye adaptasyonlarını kolaylaştırmak için gerek rehberlik hizmetleri gerekse seminerlerle desteklerimizi sürdürüyoruz. Sektörle buluşmalarını da bir şekilde gerçekleştiriyoruz ki gelecekte daha kolay iş bulabilsinler ve hayallerini daha kolay gerçekleştirsinler." şeklinde konuştu. SUBÜ Denizcilik Meslek Yüksekokulu Müdürü Prof. Dr. Nuri Akkaş ise Arzu Koyun'un diğer öğrencilere örnek olmasından duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Denizciliğin önemli bir sektör olduğunu ve nitelikli personele ihtiyaç duyulduğunu vurgulayan Akkaş, donanımlı ve deneyimli akademik kadroya sahip olduklarını kaydetti. SUBÜ Deniz Ulaştırma İşletme Bölümü öğrencisi 18 yaşındaki Neriman Baş ise eğitimin yaşı olmadığını belirterek, Arzu Koyun'u azmi ve başarısı dolayısıyla tebrik etti.

  • Resim tutkunu otizmli Ege, duygularını tuvale aktarıyor

    Eskişehir'de Anadolu Üniversitesi Engelliler Araştırma Enstitüsünde ​​​​​​​eğitim alan 11 yaşındaki otizmli Ege Bolat, duygularını çizdiği resimlerle anlatıyor. Ankara'da Yasemin ve Tolga Bolat çiftinin ilk ve tek çocukları olarak 2014'te dünyaya gelen Ege Bolat'a 3 yaşındayken otizm tanısı konuldu. Bunun üzerine ailesi, oğullarının eğitimini Anadolu Üniversitesi Engelliler Araştırma Enstitüsünde alması için 2017 yılında Eskişehir'e taşındı. Burada hareket, spor ve yüzme gibi dersler alan Ege, enstitüde öğretmenlerinin desteğiyle resimle tanıştı. Başlangıçta el ve göz koordinasyonunu geliştirmek amacıyla başladığı resim çalışmalarını zamanla tutkuya dönüştüren Ege, kendini ifade etmekte zorlandığı dönemlerde, enstitüde görevli sanat eğitmeni Sevdiye Cerrahoğlu'nun desteğini aldı. Cerrahoğlu'nun yönlendirmesiyle kendi portrelerinin yanı sıra arkadaşlarının, öğretmenlerinin ve aile bireylerinin portrelerini çizen Ege, Ocak 2025'teki ilk kişisel sergisini açtı. Daha sonra Ege Bolat, 8 Nisan'da okulunun desteğiyle Anadolu Üniversitesi Yunus Emre Yerleşkesi'ndeki Öğrenci Merkezi'nde açtığı sergide eserlerini ikinci kez beğeniye sundu. Anne 51 yaşındaki Yasemin Bolat, AA muhabirine, enstitüdeki eğitimin oğlunun gelişimine olumlu etkisi olduğunu söyledi. Eğitimlere başlamadan önce Ege'nin konuşamadığını ifade eden Bolat, "Önceden elleriyle işaret ederek iletişim kuruyordu. Enstitüdeki bireysel eğitimlerle önce iletişim becerisi gelişti sonra da resim yaparak duygularını ifade etmeye başladı. Evde bile çok mutlu ya da öfkeli olduğu zaman çizim yapıyor. Resim, onun için bir terapi yöntemi haline geldi." dedi. Bolat, başlangıçta Ege'yi kalem tutmayı öğrenmesi için resme yönlendirdiklerini dile getirdi. "Resim çizmek onun için bir nevi terapi oldu" Oğlunun bu konuda yetenekli olduğunun anlaşılması üzerine eğitimlerin artırıldığını anlatan Bolat, Ege'nin genellikle öfkelendiği zamanlarda çizim yaptığını belirtti. Böylece oğlunun duygu durumunu tuvaline yansıttığına değinen Bolat, "Resim çizmek onun için bir nevi terapi oldu, rahatlamasını sağlıyor. Eğitimden önce Ege'nin bu kadar iyi noktalara geleceğini hiç düşünmemiştim. Yavaş ilerledik fakat sonradan inanılmaz beceriler kazandı. Bu, bizim için bir hayaldi. İyi ki buradaki hocalarımızla yollarımız kesişti." değerlendirmesinde bulundu. Anadolu Üniversitesi Engelliler Araştırma Enstitüsü Müdür Yardımcısı Dr. Öğr. Üyesi Erkan Kurnaz ise enstitü olarak özel gereksinimli bireyler için eğitim programları geliştirdiklerine, bu kapsamda çeşitli araştırmalar yürüttüklerine dikkati çekti. Otizm ve diğer gelişim bozuklukları bulunan bireylerin eğitimleri konusunda modeller oluşturduklarını kaydeden Kurnaz, "Toplumsal tanınırlıklarını artırmak, öz güvenlerini desteklemek ve kendilerini ifade etmelerini sağlamak amacıyla çeşitli faaliyetler yürütüyoruz. Ege gibi birçok öğrencimize bu imkanı sunuyoruz." ifadelerini kullandı. Özel gereksinimlilerin eksikliklerinin değil güçlü yönlerinin ortaya çıkarılmasının önemine işaret eden Kurnaz, bu konuda çalışmalarını sürdürdüklerini söyledi. Sanat eğitmeni Sevdiye Cerrahoğlu da Ege'nin öfkesini resimle dindirdiğini belirterek, özellikle Van Gogh ve Pablo Picasso'ya ilgi duyduğunu dile getirdi.

  • Van kahvaltısının tanıtım elçisi, yarım asırlık emeğini "Dünya Ahisi" ödülüyle taçlandırdı

    Van'da 50 yıldır kahvaltı salonu işleterek, yöresel ürünleri tanıtan 68 yaşındaki esnaf Yusuf Konak, "Dünya Ahisi" ödülüne layık görülmenin mutluluğuyla işine daha da sarıldı. Çocuk yaşlarda mesleğe çırak olarak başlayan Konak, kentin farklı noktalarında 50 yıldır müşterilerine 20 çeşit ürünün yer aldığı eşsiz Van kahvaltısını sunuyor. İlerleyen yaşına rağmen mesleğini ilk günkü aşkla sürdüren Konak, yaptığı tanıtım çalışmalarıyla da Van kahvaltısının bilinirliğine katkı sağlıyor. Mesleğinde şimdiye kadar birçok ödül alan Konak, son olarak Dünya Esnaf ve Sanatkarlar Derneği tarafından 12 Nisan'da Ankara'da düzenlenen törende "Mesleğini Sanatla Buluşturanlar" kategorisinde "2024 Dünya Ahisi" seçildi. İşini Ahilik prensipleriyle yaptığı için "Dünya Ahisi" ödülüne layık görülen Konak, meslek hayatını böyle bir ödülle taçlandırmanın mutluluğunu ve gururunu yaşıyor. "Yarım asırdır işimin başındayım" Kentin sevilen esnafından Konak, AA muhabirine, işini ilk günkü heyecanla yaptığını söyledi. 50 yılda birçok bürokrat, iş insanı ve ünlü ismi ağırladığını belirten Konak, "Başarılarımı anneme ve eşime borçluyum. 'Tarlan varsa içinde, eşin varsa yanında, işin varsa başında ol' şiarıyla yarım asırdır işimin başındayım. Birçok programa konuk olduk, 67 ilde farklı üniversitelerde ödüller aldık. Kentimizin tanıtımı için çalışmalarımızı sürdürüyoruz." dedi. "Ahilik ödülü işimize yeni bir heyecan kattı" Mesleğini "Dünya Ahisi" ödülüyle taçlandırdığı için mutlu olduğunu ifade eden Konak, şunları kaydetti: "Ankara'da Dünya Ahisi ödülünü aldım. Bu ödülle Van için elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz. Van kahvaltısının tanıtılmasında bizler de küçük bir yer edindik. 50 yıldır neşeli bir şekilde işimizi sürdürüyoruz. Ahilik ödülü de işimize yeni bir heyecan verdi. Ahilik aslında işin sonu demek ama pes etmeyeceğiz. Farklı ülkelerde ve şehirlerde ödüller almama rağmen hiçbir zaman bu kadar duygulu ve hüzünlü olmamıştım." Beraber çalıştığı damadı Fariz Gül ise "Dünya Ahisi ödülüne layık görülmesi bizleri gururlandırıyor. Ahiliğin içinde eğitim, kültür ve yardımlaşma var. Dolayısıyla Yusuf ağabey, bu kimliğini sürekli ön planda tutuyor. İnsanlara karşı samimi ve içten bir bağlayıcılığı var. Bu yönüyle gerçek bir ahi." diye konuştu.

  • Yerli yazılımla üretilen zirai ilaçlama dronu çiftçinin hayatını kolaylaştırıyor

    Konya'da 4 yıldır insansız hava araçları ve elektronik kartları üreten firmanın yerli yazılımla ürettiği zirai ilaçlama dronu, 10 dakikada 40 bin metrekare alanı ilaçlayabiliyor. Shark Havacılık Şirketi Teknik Müdürü Gürhan Ünses, AA muhabirine, 4 yıl önce faaliyete başladıkları şirketlerinde sabit kanat ve döner kanat formunda insansız hava araçlarının farklı versiyonlarını ve uçuş kartlarını ürettiklerini söyledi. Zaman içinde çiftçilere fayda sağlayabilecek insansız hava aracı üretimine de yöneldiklerini ifade eden Ünses, yürüttükleri AR-GE çalışmaları sonucunda tamamen yerli yazılımla zirai ilaçlama dronu üretmeyi başardıklarını bildirdi. Ünses, zirai ilaçlama dronlarının çiftçilere zamandan, sudan ve iş gücünden tasarruf sağladığını belirterek, şunları kaydetti: "Birçok ekipmanını burada üretiyoruz. Yurt dışında da parça yaptırdığımız ve teknolojimizi paylaştığımız, iş ortaklığı yaptığımız firmalar var ama büyük çoğunluğunu burada ürettiğimiz bir hava aracı bu. Zirai ilaçlama dronumuzu yaklaşık 2,5 senedir üretmekteyiz. Yurt dışına da Azerbaycan, Özbekistan, Türk Cumhuriyetler, İran ve Irak başta olmak üzere birçok bölgeye ihracatımız var." Cihazın yazılımını kendi mühendislerinin geliştirdiğini ve çiftçiye kolay kullanım imkanı sağladıklarını anlatan Ünses, ürettikleri hava araçları ile ilgili üretim merkezlerinde çiftçilere eğitimler verdiklerini bildirdi. Ünses, ilaçlama dronunun sadece ilaç değil gübreleri hatta tohumları dahi havadan araziye bırakabildiğini dile getirerek, şöyle devam etti: "Çiftçimiz ürününü ezmeden, traktörün tekerlekleri ile çiğnemeden, tohumuna zarar vermeden ilaçlamış oluyor. Olumsuz hava şartında araziye traktörle çıkılmayacak durumlarda bile bu insansız hava aracıyla arazisini ilaçlayabiliyor. Çiftçi faydalı gübreleri, tohumları da havadan arazisine bırakabiliyor. Bunun için ilave bir ekipmana gerek kalmıyor. Bu araçla çiftçi, suyun çok kıymetli olduğu bu zamanda, çok az suyla uygun miktarda gerekli bitki besleme ürünlerini, ilaçlarını arazisine uygulayabiliyor." Her yaştan çiftçinin rahatlıkla kullanabileceği kadar kolay bir drone geliştirdiklerini ifade eden Ünses, "Antalya'da yaşı 60'ı geçmiş bir çiftçimiz bu dronu kullanabileceğine inanmıyordu. Verdiğimiz eğitimlerle, yaptırdığımız pratiklerle ona, bunu rahatlıkla kullanabileceğine ikna ettik ve kendisi zirai ilaçlama ekipmanı alıp kullanmaya başladı." diye konuştu. Ünses, ürettikleri cihazı diğer cihazlardan ayıran en önemli özelliğin kapasitesi olduğuna dikkati çekerek, şunları söyledi: "70 kilogramlık bir katı gübre tankına ve 60 litrelik sıvı bitki besleme ürünü tankına sahip. Çiftçi, ikisinden birini takıp kullanabiliyor. Bu da yaklaşık 10 dakika içerisinde 40 dekarlık bir araziyi rahatlıkla ilaçlayabileceği anlamına geliyor. Cihazın en büyük kabiliyeti üzerinde dakikada 40 litre püskürtme yapabilen 2 büyük pompası olması. Püskürtme sistemi, içindeki suyu ve sıvıyı parçalayıp, bitkinin üzerine eşit bir şekilde yayarak, ilacın verimli bir şekilde bitkimizin bulunduğu alana püskürtülmesini sağlıyor. Bunu da tamamen otonom yapıyor."

  • Kaporta ustası, filmlerden etkilenerek başladığı karatede birçok şampiyonluğa imza attı

    İstanbul'da kaporta tamirhanesi işleten Aytekin Akdoğan, bir süre ara verdiği karateye oğlunun ısrarıyla yeniden başlamasının ardından birçok yarışmada kazandığı derecelere Balkan Şampiyonası'ndaki birinciliği de ekledi. Yenibosna'daki kaporta tamirhanesinde 39 yıl önce çırak olarak çalışmaya başlayan Aytekin Akdoğan, Jackie Chan ve Bruce Lee'nin aksiyon filmlerinden de etkilenerek karateye yöneldi. Hobi olarak başladığı karateyle uzun yıllar ilgilenen Akdoğan, elde ettiği başarılarla 1996'da milli takıma seçildi. Karate tutkusunun yanında motosikletle de ilgilenen Akdoğan, geçirdiği bir rahatsızlık nedeniyle spora yaklaşık 8 yıl ara verdi. Bu sırada kendi işinin patronu olan Akdoğan, oğlu Yusuf Akdoğan'ı da karateyle tanıştırdı. Oğlunun ısrarlarına dayanamayarak birlikte karate antrenmanları yapan Akdoğan, bir yandan işini sürdürürken bir yandan da turnuvalara katıldı. Şampiyonluklarını Türkiye Karate Federasyonunda milli hakem olarak taçlandıran Akdoğan, Karadağ'ın Budva kentinde düzenlenen Balkan Büyükler ve Veteranlar Karate Şampiyonası'nda altın madalya alarak Balkan Şampiyonu oldu. Babasının yolundan giden Yusuf Akdoğan ise bir yandan spor bursuyla üniversite eğitimini sürdürürken bir yandan da yarışmalara katılarak dereceler alıyor. Katıldığı ilk turnuvada üçüncü oldu Karatedeki başarılarını anlatan Aytekin Akdoğan, bu sporun kendisine çok şey kattığını söyledi. Çok hiperaktif bir insan olduğunu, karate sayesinde durgunlaştığını belirten Akdoğan, "Karatenin en büyük faydalarından birisi de diğer sporlara göre aşırı hiperaktifleri durgunlaştırıyor. Çok durgun olan çocukları da yukarıya doğru biraz yükseltiyor. Japon bilim insanları karatenin aşağı yukarı 27-28 faydasından bahsediyor." dedi. Bu spora olan tutkusunun hiçbir zaman bitmeyeceğini ve daha büyük şampiyonalara katılmayı hedeflediğini aktaran Akdoğan, bir süre ara verdiği spora oğlunun ısrarıyla yeniden başladıktan sonra dereceler aldığını anlattı. Akdoğan, katıldığı ilk turnuvada iki antrenmanın ardından üçüncülük elde ettiğini belirterek, "Maceramız böyle başladı, 3 ay sonra bir turnuva, 5 ay sonra bir turnuva derken, her sene yapılan Türkiye ve İstanbul şampiyonalarının hepsine katıldım. Bunlara katılmamızın sebebi tamirhaneden, rutin hayattan kopup sosyal aktivite yapma isteğiydi. Kötü alışkanlıklardan da bizi koruduğu için dikkatimizi spora vermek bize çok şey kazandırdı." ifadelerini kullandı. Sporda elde ettiği başarıları oğluna da tam burs getirdi Oğlu Yusuf Akdoğan'ın da kendi grubunda dereceler yaptığını dile getiren Akdoğan, Türkiye ikinciliği, İstanbul ve iller arası birinciliği bulunan oğlunun bu spor sayesinde özel üniversiteyi yüzde 100 burslu okuduğunu kaydetti. Karatede siyah kemer seviyesine geçtiğini belirten Aytekin Akdoğan, "2024'te Balkan Şampiyonu oldum ama bugünlere gelene kadar da birçok uluslararası maçta da derece yaptım, 26. Balkan Büyükler Şampiyonası'nda yine birincilik, daha sonrasında da ikincilik aldım. Türkiye'ye iki madalya kazandırdık. 2025'te de yine aynı şekilde, 27. Balkan Büyükler Şampiyonası'nda kendi grubumda altın madalya alarak milli takımımıza bizim de bir katkımız oldu." diye konuştu. Evine sığmayan kupalarını tamirhanede sergiliyor Elde ettiği başarıların yanında Türkiye Karate Federasyonunda milli hakem olarak görev yapan Akdoğan, "İlk başta bölge hakemiydim. Sonra milli hakem oldum. Ulusal maçları yönetmeye başladık. Milli takıma gidecek çocukları seçmeye başladık. Sporun içinden gelip de bu işi yapmak inanılmaz derecede büyük avantaj sağlıyor." dedi. Akdoğan, aldığı madalya ve kupalarının bir kısmını evine sığmadığı için atölyesinde sergilediğini anlattı. Özel öğrenme güçlüğü, dikkat dağınıklığı gibi sorunlar yaşayan çocukların karateye yönlendirilmesi tavsiyesinde bulunan Akdoğan, "⁠Karate insana bir nevi terapi yapıyor aslında. Diğer sporlardan farkı, saldırı sporu değil, savunma sanatı. Dersten çıktığınız zaman kuş gibi hafifliyorsunuz. Böyle de bir özelliği var, şiddetle tavsiye ederim. Özellikle çocuklara, kız çocuklarına tavsiye ederim. Kendilerine bir güven geliyor ve bir iki sene sonra inanılmaz derecede değişiyorlar." değerlendirmesinde bulundu.

  • Matematiği Bir Korku Değil, Bir Başarı Yolculuğuna Dönüştüren İsim: Mehmet Karayiğit

    Matematiği sadece bir ders değil, hayat boyu başarıya açılan bir kapı olarak gören Mehmet Karayiğit, 20 yıllık öğretim tecrübesi ve geliştirdiği yenilikçi eğitim modeli ile binlerce öğrencinin hayatına dokunmaya devam ediyor. Matematik korkusunu özgüvene dönüştüren “Matematikte Kur Sistemi” (MKS) ile eğitim dünyasında çığır açan Karayiğit, bugüne kadar 30.000’den fazla kursiyerin başarı hikayesine imza attı. Geleneksel ezberci eğitim anlayışının ötesine geçerek, öğrencilerin matematiği anlayarak ve uygulayarak öğrenmelerini hedefleyen Mehmet Karayiğit, Matematikte Kur Sistemi ile matematiği bir korku değil, bir çözüm aracı haline getirdi. 13 yıl önce kurduğu bu sistem, bireysel öğrenme hızını ve potansiyeli esas alarak her öğrencinin kendi yolculuğunda başarıya ulaşmasını sağlıyor. “Öğrenmek ezberlemek değil, anlamaktır.” anlayışıyla yola çıkan Karayiğit, geliştirdiği yöntemlerle öğrencilerin analitik düşünme becerilerini güçlendirirken, problem çözme tekniklerinde de kalıcı başarılar elde etmelerine rehberlik ediyor. Eğitimde Sadece Öğrencilere Değil, Ailelere de Yol Arkadaşlığı Mehmet Karayiğit’in vizyonu yalnızca öğrencilerle sınırlı kalmıyor. Velilerle güçlü bir iş birliği içinde hareket eden Karayiğit, ebeveynlerin de çocuklarının eğitim yolculuğunda aktif rol almasını sağlıyor. Eğitimde özgüven kazandırmayı temel alan yaklaşımıyla, çocukların akademik başarısının yanı sıra hayata karşı duruşlarını da şekillendiriyor. Mehmet Karayiğit, yalnızca sınıf ortamıyla yetinmeyip daha geniş kitlelere ulaşmak için de projeler geliştirdi. Kurucusu olduğu @matematiktekursistemi ve @kazdaglarimatematikkoyu projeleriyle, farklı ortamlarda matematik eğitimine yeni bir soluk kazandırmayı başardı. Bu platformlar, öğrencilere akademik destek sunmanın ötesinde, onları matematiği hayatlarının bir parçası haline getirmeye teşvik ediyor. Kariyeri boyunca matematik eğitimi üzerine kitaplar ve makaleler yazan Mehmet Karayiğit, özellikle kavramsal öğrenme ve problem çözme teknikleri üzerine yaptığı derinlemesine çalışmalarla eğitim dünyasında haklı bir saygınlık kazandı. Onun çalışmaları, matematik öğretimini yalnızca sınav odaklı bir süreç olmaktan çıkarıp, öğrencilerin yaşam boyu kullanacakları bir beceriye dönüştürmeyi amaçlıyor. Bugün 605 bin takipçisiyle sosyal medya üzerinde de geniş bir etkileşim ağı oluşturan Mehmet Karayiğit, bilgi ve tecrübelerini milyonlarca kişiye ulaştırarak matematiği sevdirmeye devam ediyor. Gelecek Nesillere İlham Olmaya Devam Ediyor Mehmet Karayiğit, matematik eğitimindeki bu öncü yaklaşımı ve öğrencilerin hayatlarını değiştiren başarı hikayeleriyle, yalnızca bir öğretmen değil, aynı zamanda bir ilham kaynağı. Onun liderliğinde geliştirilen sistemler, matematiği bir korku değil, bir başarı yolculuğuna dönüştürmeye devam ediyor. “Her öğrenci bir potansiyel taşır; her başarı hikayesi ise doğru rehberlik ve güvenle başlar.” diyen Karayiğit, matematik eğitimine olan katkılarıyla geleceğin parlak nesillerinin şekillenmesinde önemli bir rol üstleniyor.

  • Kitap kurdu 88 yaşındaki "Kasım dede" okuma aşkıyla tüm ailesine örnek oluyor

    Mardin'de yaşayan 88 yaşındaki Kasım Güneş, kitap okuma alışkanlığını çocukları, torunları ve torunlarının çocuklarına da kazandırdı. Merkez Artuklu ilçesinde yıllarca tarım ve hayvancılıkla uğraşan Güneş, okula gitme imkanı olmayınca aile büyüklerinden okuma yazmayı öğrendi. Türkçe ve Kürtçenin yanı sıra Arapça da bilen 7 çocuğu ve 60 torunu bulunan Güneş, gençlik yıllarında kitap okumaya ilgi duymaya başladı. O yıllardan bu yana kitapları elinden düşürmeyen Güneş, zamanının büyük bölümünü ilerleyen yaşına rağmen kitap okuyarak geçiriyor. Oğlunun evinde yaşamını sürdüren Güneş, bu alışkanlığını aşıladığı çocukları ve torunlarıyla da kitap okuyor. "Herkesin kitap okumasını istiyorum" Kasım Güneş 6 yaşındayken babası ve amcasından Arapça ve Kürtçe, askere gitmeden önce de Türkçe okumayı öğrendiğini söyledi. O yıllardan bu yana elinden kitabı düşürmediğini ifade eden Güneş, "Okumayı çok seviyorum. Vaktimi kitap okuyarak geçirmeyi çok seviyorum. Kitap okumak iyidir. 70 yıldır kitap okuyorum. Herkesin kitap okumasını istiyorum." dedi. "Dört nesil bir arada kitap okumayı çok seviyoruz" Oğlu Şeyhmus Güneş ise babasının kitap okuma sevgisinin herkese örnek olduğunu belirtti. Babasının gençlik yıllarında kitap okumaya başladığını anlatan Güneş, şunları kaydetti: "Üç dilde kitaplar okuyor, Türkçe, Arapça ve Kürtçe. Sabah namazında kalkıp Kur'an-ı Kerim okuyor. Sonra biraz uyuyor. Uyanınca tekrar kitap okumaya başlıyor. Gün boyu böyle kitap okuyor. İslam tarihine çok merakı var. İslam tarihini hemen hemen ezberlemiş. Bazen uzanarak, bazen oturarak kimi zaman da ayakta kitap okuyor. Babamın kitap okuma tutkusu bize de örnek oluyor. Aldığı kitaplar sayesinde İslam tarihini öğrendim. Torunları ve onların çocukları da onu takip ediyor. Babam, ben, oğlum ve torunum, dört nesil bir arada kitap okumayı çok seviyoruz. Evimizde kitap okuma saati var. Her gün çocuklarla en az yarım saat kitap okuyoruz. Bazen sesli okuyup birbirimizi dinliyoruz. Okuduğumuz kitapların tahlilini yapıyoruz. Çok faydalı oluyor." "Kitap okumak Alzheimer hastalığının ilerlemesini engelliyor" Babasına üç yıl önce Alzheimer başlangıcı teşhisi konulduğunu dile getiren Güneş, kitap okumasının bu rahatsızlığın etkilerini de geciktirdiğini belirtti. Şeyhmus Güneş, Alzheimere en iyi ilacın kitap okumak olduğuna işaret ederek, "Kitap okumak ona bir nevi ilaç oluyor, unutkanlığını gideriyor. Kitap okumasaydı Alzheimer daha ileri seviyeye çıkar ve çoğu şeyi hatırlamazdı. Şu anda çocukluğunu, gençliğini, köyünü hatırlıyor. Benden sık sık kitap istiyor. Birini bitirince başka bir kitap getiriyorum. Bu onu zinde tutuyor." diye konuştu. Güneş, bir arada kitap okumalarının aile bağlarını da güçlendirdiğini sözlerine ekledi. "Büyükbabamın yaşına gelinceye kadar kitap okumak istiyorum" Kasım Güneş'in torunlarından 10 yaşındaki Muhsin Güneş ise dedesinin kitap okumayı çok sevdiğini, onu örnek alarak sık sık kitap okuduklarını belirtti. Dedesinin yanında sesli kitap okuduğunu anlatan Güneş, "Kitap okumayı seviyorum. Uzun yola gittiğimizde yanıma kitap alıp okuyorum. Büyükbabamın yaşına gelinceye kadar kitap okumak istiyorum. Büyükbabam bana örnek oluyor." dedi. Torununun kızı 3. sınıf öğrencisi Elif Azra Güneş de kitap okumanın çok güzel bir duygu olduğunu vurgulayarak, dedesinin kendilerine örnek olduğunu söyledi.

  • Türkiye bursiyeri Halvaşi, Rusya'nın en büyük ikinci havalimanını yönetiyor

    Burslu öğrenci değişim programı kapsamında geldiği İstanbul'da Marmara Üniversitesinden mezun olan ve Rusya'nın en büyük ikinci havalimanında üst düzey yöneticilik yapan Asiyat Halvaşi, Türk misafirperverliğini ve yemeklerini unutmuyor. Saint Petersburg Pulkovo Havalimanı'nda görev yapan Çerkes asıllı Rus vatandaşı Halvaşi, AA muhabirine, 1990 yılında burslu öğrenci değişim programıyla üniversite okumak için İstanbul'a geldiğini, işletme fakültesinde okumak istediğini ancak kontenjanlar dolu olduğu için iletişim fakültesine gitmek zorunda kaldığını söyledi. Halvaşi, "Sekiz ay Türkçe kursuna gittim, sonra üniversiteye başladım. Normalde işletme okuyacaktım ama burslu program kontenjanında yer olmadığı için Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesine kaydoldum. Okulu bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesinde işletme üzerine yüksek lisans yaptım." diye konuştu. Halvaşi, okul bitince Türkiye'ye uçuş yapan bir Rus hava yolu şirketinde çalışmaya başladığını, oradan Çelebi Yer Hizmetleri Şirketine geçtiğini anlattı. Burada 6 yıl çalıştıktan sonra İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanında havacılık müdürlüğü yaptığını belirten Halvaşi, "Ticari havacılık direktörlüğü görevine getirildim. Daha sonra Rusya'dan teklif aldım. Şimdi Saint Petersburg Pulkovo Havalimanı'nda ticaretten sorumlu genel müdür yardımcısıyım." bilgisini verdi. İstanbul'dan Rusya'ya uzanan iş yaşamının hiç planlamadan gerçekleştiğini aktaran Halvaşi, İstanbul'a gitmeyi hayal bile etmediğini, aslında Moskova'da okumayı düşündüğünü, 1990'lı yıllarda Rusya'da durumun karışık olması nedeniyle babasının kendisini Türkiye'ye gönderdiğini söyledi. Halvaşi, şu an görev yaptığı havalimanından Türkiye'den yapılan uçuşların kendisini çok mutlu ettiğini kaydederek, "Buraya uçanlar benim çok yakın bildiğim şirketler ve kurumlar. O yüzden her seferinde Türkiye'den yeni bir uçuş başladığında çok gururlanıyorum. İki ülke arasında seferlerin artması için de elimden gelen desteği veriyorum." diye konuştu. Türkiye'yi ve İstanbul'u çok özlediğini dile getiren Halvaşi, "Keşke olsa da yesem" dediği ve unutmadığı bazı yemekler bulunduğunu anlattı. Halvaşi, Türk insanının oldukça güler yüzlü ve cana yakın olduğuna dikkati çekerek, Rus ve Türk kültürünün aileye ve ilişkilere verdiği değerler anlamında birbirine çok benzediğini vurguladı. Türk insanını Saint Petersburg'a davet eden Halvaşi, "Burası Rusya'nın kültür başkenti. Çok fazla müze ve tiyatro var. Dünya birincisi olduğu birçok alan var. Genel olarak şehir çok güzel. Burada beyaz geceler var. Yaz aylarında hava uzun bir süre kararmıyor. Çok güvenilir bir şehir ve çok rahat gezebileceğiniz bir ülke." ifadelerini kullandı. "İstanbul Havalimanı, Rus yolcuların dünyaya açılan kapısı" İstanbul ve Saint Petersburg arasındaki seferlerin Ruslar için dünyaya açılan kapı olduğunun altını çizen Halvaşi, şunları kaydetti: "Saint Petersburg ile İstanbul arasında THY'nin 3, Pegasus'un 1, AJet'in 1 seferi olmak üzere günde 5 uçuşumuz var. Bunu 6'ya çıkarmak için çalışıyoruz. Antalya, Bodrum, Dalaman destinasyonlarına da uçuşlarımız var. Ağırlıklı olarak Rus yolcuları taşıyorlar ve aktarma oranı İstanbul'dan yüzde 65 civarlarında. Aslında İstanbul Havalimanı, Rus yolcuların dünyaya açılan kapısı. Türkiye pazarına Rusya çıkışlı çalışıyoruz ama hedefimiz buraya daha fazla Türk turist getirmek."

Arama Yap

bottom of page