top of page

Boş arama ile 785 sonuç bulundu

  • Simay Ohara: İzmir’den Dünyaya Uzanan Şifa ve Bilinç Yolculuğu

    Simay Ohara, yurt dışında aldığı eğitimlerle bireylerin içsel dünyalarına dokunurken, yazarlık ve enerji terapistliğiyle yaşamı daha bilinçli ve pozitif deneyimlemeleri için rehberlik ediyor. İzmir’de başlayan bir içsel keşif yolculuğu, bugün dünya çapında binlerce insanın ruhuna dokunan güçlü bir dönüşüm hikayesine dönüştü. Simay Ohara, yurt dışında aldığı ileri düzey terapi ve bilinç eğitimleriyle, sadece bireylerin ruhsal dengesine değil, aynı zamanda yaşamlarına yön veren içsel bilgeliklerine de ışık tutuyor. Enerji terapisti ve yazar kimliğiyle tanınan Ohara, sunduğu seanslar ve bilinç sohbetleri aracılığıyla, bireylerin içsel potansiyellerini fark etmelerini ve hayatlarını daha bilinçli bir düzlemde yaşamalarını sağlıyor. Onun danışanları arasında yalnızca Türkiye'den değil, dünyanın dört bir yanından insanlar yer alıyor. Bu da onu, alanında uluslararası düzeyde tanınan ve takip edilen nadir isimlerden biri yapıyor. Simay Ohara’nın en büyük başarısı, bilgeliği yalnızca teoride bırakmayıp onu gündelik yaşama taşıyabilmesi. Sahip olduğu bilgi birikimi ve empati gücüyle, modern dünyanın kaotik yapısı içinde yönünü kaybedenlere bir pusula gibi yol gösteriyor. Simay’ın dokunuşu, sadece terapi odasında değil; zihinlerde, kalplerde ve yaşamların tamamında hissediliyor. Bugün geldiği noktada Simay Ohara, sadece bir terapist ya da yazar değil; bilinçli yaşamın, ruhsal uyanışın ve şifanın simgesi hâline gelmiş bir rehber.

  • Bir Makas, Bir Hayal, Bir Usta: Terzi Gültekin’in Dikiş Dikiş Yazdığı Yolculuk”

    Hayaller bazen bir kumaş parçasının kenarından başlar. Gültekin Arslan’ın başarı hikayesi de işte tam olarak böyle bir yerden yükseldi. Bugün İstanbul’un en seçkin bölgelerinde hizmet veren, onlarca ünlü ismin kıyafetlerine dokunan usta bir terzi, ama aslında bu bir emek, tutku ve istikrar hikâyesi… Gültekin Arslan, terziliğe henüz genç bir delikanlıyken, Beyoğlu’nda bir Cenyo ustanın (Ermeni kökenli usta) yanında başladı. Sadece dikiş tekniklerini değil, ustalığın ruhunu da o atölyede öğrendi. Beyoğlu terziliğinin vizyonunu bugüne taşıyan isimlerden biri oldu. İlk iğnesini eline aldığında ne bir dükkanı vardı ne de sosyal medya hesapları. Ama en önemlisi vardı: detaylara gösterdiği özen ve öğrenme tutkusu. Usta-çırak ilişkilerinden öğrendiği disiplini hiç kaybetmeden, işini büyüttü. Her dikişinde bir karakter, her kesimde zarafet vardı. “Terzi Gültekin” ismi, kulaktan kulağa yayıldı. Bir Marka Yaratmak Hazır giyim piyasasının büyüdüğü, hızın ve ucuzluğun ön plana çıktığı bir dönemde Gültekin Arslan, tam tersine yavaşlamayı, özen göstermeyi ve kişiye özel üretimi seçti. Bugün “Terzi Gültekin” sadece bir terzi atölyesi değil, bir ustalık ve güven markası. Ceket, pantolon, gömlek ve elbise tadilatlarından Abiye, kürk ve deri onarımlarına kadar geniş bir hizmet yelpazesi sunuyor. Özellikle Etiler, Akmerkez ve İstinyepark çevresindeki seçici müşteri kitlesine hitap ediyor. Gültekin Arslan’ın adı sadece müşterileri arasında değil, medya dünyasında da anılmaya başlandı. TV programlarına katılarak özel dikimin değerini ve bu alandaki yanlış algıları büyük bir samimiyetle dile getirdi. Hazır giyimin sınırlarını anlatırken kendi çizdiği kalite standartlarını milyonlara duyurma fırsatı buldu. Instagram üzerinden başlattığı reels serisiyle, atölyedeki üretim süreçlerini ve ekibiyle olan samimi ilişkilerini göstererek genç nesillere ilham verdi. “@terzi.gultekin” hesabı, artık sadece hizmet tanıtımı değil, zanaatkârlığın yeniden değer bulduğu bir pencere oldu. Bir Ustanın Ardında Ne Vardır? 25 yılı aşkın mesleki deneyim, ama aslında daha fazlası… Disiplin, sabır, sadelik, müşteriye saygı, malzemeye özen ve her gün öğrenme heyecanı. Gültekin Arslan, sadece kıyafetleri değil, hayalleri de dikiyor. Ve belki de en güzel diktiği şey: geçmişin emeğiyle geleceğin umudunu birleştiren bir ilham hikayesi.

  • Gökyüzüne Yazılan Bir İsim: Rekortmen Kaderim Boyacı

    Gaziantep’te fizik öğretmenliği yapan Kaderim Boyacı, yalnızca sınıfın içinde değil, gökyüzünde de ilham veren bir başarıya imza attı. Çocukluk hayali olan uçmayı, yıllar süren azim ve eğitimle gerçeğe dönüştüren Boyacı, bugün dünya yamaç paraşütü havada kalma süresi rekorunun sahibi ve Türkiye’de bu sporun gelişimine yön veren öncülerden biri. Uçmaya olan ilgisi, Hazerfen Çelebi'nin hikâyeleriyle başladı. Henüz çocukken kendi yaptığı kanatlarla alçak tepelerden uçuş denemeleri yapan Boyacı, yıllar sonra fizik öğretmeni olarak görev yaparken bu tutkusunu gerçeğe dönüştürmeye karar verdi. Aralıksız üç yıl süren profesyonel eğitimlerle P seviyelerini ve tandem sertifikalarını tamamladı. Yalnızca bireysel başarılarla yetinmeyen Kaderim Boyacı, Gaziantep’te Sportif Havacılık Kulübü’nü kurarak yüzlerce sporcuya eğitim verdi. Kendi çabaları ve yerel destekle Gaziantep’te ilk Yamaç Paraşütü Festivali’nin gerçekleşmesini sağladı. Bu festival sadece bir spor organizasyonu değil, aynı zamanda bölgenin havacılık potansiyelini açığa çıkaran bir dönüm noktası oldu. Bugün hem öğretmen hem eğitmen olarak yeni nesillere ilham veren Kaderim Boyacı, bilimle sporu birleştirerek örnek bir başarıya imza attı. “Uçmak sadece fizik değil, hayal gücüdür,” diyen Boyacı’nın hikayesi, hayallerin doğru adımlarla nasıl gerçeğe dönüşebileceğini gösteriyor. Hayal etti, uçtu... Rekor kırdı. Fizik öğretmeni Kaderim Boyacı, çocukken yaptığı karton kanatlarla başlayan hayalini gökyüzünde gerçeğe dönüştürdü. Yıllar süren eğitimlerle dünya yamaç paraşütü rekorunu kırdı. Yetmedi… Kendi kulübünü kurdu, yeni sporcular yetiştirdi, Gaziantep’te ilk yamaç paraşütü festivaline öncülük etti. Bir öğretmen düşün… Sadece ders anlatmıyor; hayalleri kanatlandırıyor.

  • Diyarbakır'da kadınlar bitkilerden ürettikleri sabunlarla hikayelerini de duyuracak

    Diyarbakırlı kadınlar aldıkları eğitimin ardından üretimine başladıkları organik sabunları kendi hikayelerini anlatan notlarla dünyaya pazarlayacak. GAP Uluslararası Tarımsal Araştırma ve Eğitim Merkezince (UTAEM) bitki türlerinin korunması, yaygınlaştırılması ve ticari olarak katma değerinin arttırılması amacıyla kendi bünyesindeki seralarda birçok çalışma yapılıyor. Tarım ve Orman Bakanlığı Eğitim ve Yayın Dairesi Başkanlığınca desteklenen, GAP UTAEM tarafından yürütülen "Kırsalda Kadınlar Sabundan Kaleler Yapıyor Projesi" kapsamında da 20 kadın, seralarda organik olarak yetiştirilen rengarenk güller ile nane, defne ve birçok bitkiden doğal sabun ve güzellik kremi üretimi için eğitim alıyor. Aynı zamanda "dijital okuryazarlık", "marka yaratma" ve "çevrim içi satış becerileri" eğitimi de verilen kadınlar, patentini aldıkları "Marleen" ismiyle üretime başladı. İnternetten dünyaya satılacak ürünlerin paketinin bir yüzünde üretici kadının hikayesini anlatan not da yer alacak. "Dijital pazarlama ağını kurduk" GAP UTAEM'de görevli veteriner hekim ve proje koordinatörü Yezdan Uzunoğlu, AA muhabirine, kadınların kırsalda tarım dışı istihdamını artırmak amacıyla "Kırsalda Kadınlar Sabundan Kaleler Yapıyor Projesi"ni 3 Mart'ta hayata geçirdiklerini söyledi. Merkezdeki tıbbi aromatik bitki laboratuvarında iki büyük sera bulunduğunu anlatan Uzunoğlu, buralarda yetişen melisa, kekik, nane ve gül gibi bitkilerden elde edilen ekstraksiyonlarla (özütleme) yüzde 100 doğal, kimyasal madde kullanılmadan el yapımı sabun üreteceklerini belirtti. Proje kapsamında 12 çeşit sabun ve güzellik kremi üreteceklerini ifade eden Uzunoğlu, "İnternet satış portalı açtık. Sosyal medya hesaplarımızı kurduk, siparişlerimizi almaya başladık. Dijital medya okur-yazarlık kurslarına kursiyerlerimizin kaydını yaptık. Dijital pazarlama ağını da kurduk. Ürettiğimiz sabunları ilk etapta Türkiye, sonrasında da uluslararası pazarlara sunma imkanımız olacak." dedi. "Marleen" isminin güçlü, savaşçı kadın anlamına geldiğini dile getiren Uzunoğlu, "Markayla her kadın aslında yaptığı sabunla kendi hikayesini yazacak. Zeytin yağlı, lavantalı, kekikli, naneli, alın teriyle yaptığı her sabunla yaşattığı, yarattığı hikayeyi yazmış olacak. Böylece onları tarım dışı istihdam ederek onlara projeyle yan gelir de sağlamış olacağız." diye konuştu. "Her sabunun arkasında bir hikaye okuyacaklar" Projede yer alan kadınlardan Yasemin Kaplan Bilmez de üretim yapmanın yanı sıra dijitalde var olmanın da önemli olduğuna işaret ederek, hazırladıkları dijital projeyle katıldıkları uluslararası bir yarışmada da üçüncülük kazandıklarını söyledi. Dijital pazarlamanın önemine değinen Bilmez, sözlerini şöyle sürdürdü: "İnşallah dünyada tanınan bir marka haline geleceğiz. Başaracağımıza inanıyoruz. Kadınlar bizim ürünlerimizi doğal olduğu için tercih edecek. Her sabunun arkasında bir kadın hikayesi var. Sipariş veren alıcılarımız her sabunun arkasında bir hikaye okuyacak. O sabunu üreten kadınla ilgili küçük bilgilendirme hikayeleri olacak." Şimel Beyk ise bazı kişilerin kimyasal madde alerjisi bulunduğunu dile getirerek, "Şampuan, sabun ve kremlerde kimyasal maddeler kullanılabiliyor. Biz organik bitkilerle kimyasal kullanmadan ürün üretiyoruz." ifadelerini kullandı. Mine Kalkan da bedensel engelli olduğunu belirterek, bunun kendisi için güzel bir etkinlik olduğunu söyledi. Sabun üretimini evde sürdürdüğünü anlatan Kalkan, yakın zamanda satışa da başlayacağını kaydetti.

  • Dedesinden kalan dolma kalemle başladığı koleksiyonculukta 56 yılı devirdi

    İnşaat mühendisi Ergün Külünk, gemici dedesinin 1948'de ABD'den getirdiği dolma kalemle başladığı koleksiyonculukta 56 yılda kalem, tespih, ebru, hat, resim, mimari parça, Kur’an ve Kabe örtüsüyle ofisini adeta müzeye çevirdi. Aslen Rizeli olan ve 1951'de dünyaya gelen Külünk'ün çocukluğu, asker babasının görevi dolayısıyla Anadolu'nun farklı şehirlerinde geçti. Ailesi 1969'da onun üniversite eğitimi için İstanbul'a taşındığında babası emekliye ayrıldı. Gemici dedesinin 1948'de ABD'ye yaptığı seferden dönüşte getirdiği "Parker 21" modeli dolma kalemin babası tarafından lisedeki derslerinde başarılı olması dolayısıyla kendisine hediye edilmesiyle bu hobiye merak sardı. Külünk, "Herkes etrafına çok farklı şeyler alırken 1948 senesinde Amerika seferinden dönen dedem, babama 'Parker 21' modeli bir dolma kalem alıyor. Her şeyin başlangıcı bu diyebiliriz. Babam, Diyarbakır'da 1969'da liseyi hiç ikmale kalmadan bitirdiğim için bu kalemi bana hediye etti." dedi. Kalemi 56 yıldır özenle saklayan Külünk, senede 1-2 kez çıkarıp kullanarak onların hatırasını yad ettiğini söyledi. Külünk, biriktirme ve saklama kültürünü ise ailede birçok şeyi geri dönüştüren annesinden aldığını kaydetti. Lisede fasikül halinde yayınlanan "Meydan Larousse" ansiklopedisini almak için her hafta gazete bayilerinde sıra beklediğini dile getiren Külünk, ciltlediği ansiklopedileri hala kütüphanesinde sakladığını anlattı. Külünk, üniversiteden sonra Yıldız Teknik Üniversitesine bağlanan Işık Mühendislik Yüksekokulu'nda okuduğunu, kalem ve tespih merakının da bu dönemde derinleştiğini söyledi. Beyazıt Meydanı'nda kurulan bitpazarının da müdavimlerinden olduğuna dikkati çeken Külünk, kitap ve dergi koleksiyonunu buradan aldıklarıyla genişlettiğini, Sahaflar Çarşısı'nın girişindeki pazar yerinden ise kalem ve tespih aldığını ifade etti. Ergün Külünk, kuka, has kehribar, mercan, firuze, fil dişi, kemik, çeşitli değerli taşlardan yapılmış binlerce tespihe sahip olduğunu, gayet zengin kurşun ve dolma kalem koleksiyonunu da muhafaza ettiğini anlattı. Dünyayı gezerken bile bitpazarı rotasında Bir müddet sonra tespih ve kalemin yanına farklı objeler de eklemeye başladığını vurgulayan Külünk, "Mutlaka gittiğim ülkenin, şehrin bitpazarını programa almaya gayret ediyorum. Bir şeyler mutlaka buluyorum. Hamburg'a aile bireyleri seyahatimizde yıl başı olmasına rağmen küçücük bitpazarı buldu arkadaşlar. Üç kalem aldım. Böylece benim adıma seyahat amacına ulaşmış oldu." diye konuştu. Bir şeyler biriktirmenin ve koleksiyonculuğun ciddi bütçe de gerektirdiğinin altını çizen Külünk, şöyle devam etti: "Edindiğim objelerimin büyük kısmını kendime örnek aldığım, 'sanki yedim' şiarıyla yapmaya gayret ettim. Gençlik dönemimde inşaat mühendisi olduğum için iyi maaşım vardı. Ben kışın çok yazlık pantolon giydim. En az iki kere pençelenmiş ayakkabı giydim. Alamadığımdan mı? Hayır, tabii ki alabilirdim. Ama kalem mi, pantolon mu? Kalem ağır bastı. Tespih mi, ayakkabı mı? Tabii ki tespih. Evet, bir bütçe gerek ama bütçeyi nasıl oluşturduğunuz da çok önemli. İşte benim tercih ettiğim yol 'sanki yedim.'" Külünk, koleksiyon tutkusu sayesinde tanıştığı farklı kesimlerden insanlarla aldıkları objeler üzerine sohbet ettiklerini anlattı. Biriktiricilerin edindikleri objeleri teşhir etmekten büyük keyif aldığından bahseden Külünk, "Bu manada çok güzel dostluklarım oldu. 1970'lerde tanıştığım insanlarla 50 küsur senedir görüşüyorum." dedi. Koleksiyonda tarihi ve kültürel hafızaya dair objeler bulunuyor İnşaat mühendisi olan Külünk, mesleğine dair de birçok obje biriktirdiğini, koleksiyonunda, Kabe, Selimiye, Süleymaniye, Fatih, Ayasofya, Sultanahmet ile Yıldız camilerine ait tarihi çiviler, Selimiye Camisi'ne ait ahşap minaresinin merdiven parçası, İstanbul'un fethi öncesi Demirköy'de şahi topunun döküldüğü fırına ait tuğla gibi çeşitli inşaat malzemeleri yer aldığını söyledi. Türkiye'deki camilerin restorasyonu sırasında artık özelliğini kaybettiği için hurdaya, çöpe ayrılan bir miktar çivi de edindiğini aktaran Külünk, Selimiye Camisi'nin minare merdiveninin çürümüş parçasını edindiğini dile getirdi. Külünk, Fatih Sultan Mehmet Han'ın İstanbul'un fethi için hazırlıklar yapılırken Demirköy'de kurduğu dökümhanesinin fırınına ait tuğladan bir parçaya sahip olduğuna dikkati çekerek, "Fotoğraf sanatçısı bir arkadaşım alandan uzaklaştırılmış parçayı görünce, 'Bu, Ergin Abi'nin işine yarar.' diyerek alıp getirdi." ifadelerini kullandı. Koleksiyonunda hayranlık duyduğu Sultan 2. Abdülhamid'e ait resim, çizim ve kişisel eşyaların da bulunduğunu anlatan Külünk, Sultan 2. Abdülhamid'in üzerinde inisiyal bulunan şahsi mektup zarfı gibi özel eşyaların, Çamlıca Camisi kütüphanesine bağışladığı binlerce kitabın da yer aldığını söyledi. Bir bölümünü bağışladığı oldukça geniş kitap koleksiyonu bulunan Külünk, kütüphanesindeki son 50 yılda basılmış tarih dergilerinin ve hatıratların kendisi için özel yer tuttuğunu kaydetti. Torunlarına biriktirme ve yazma alışkanlığı kazandırmayı amaçladığını vurgulayan Külünk, "Şimdi torunlarıma bu merakı kendilerinin arzularıyla kazandırmaya çalışıyorum. 10 yaşındaki büyük torunumla mektuplaşmaya başladık. Ben dolma kalemle mektup yazıyorum, postaya verip gönderiyorum. İstanbul'da yaşıyor ve evlerimizin arası 2 kilometre. O da bana kendi el yazısıyla mektup yazıyor. 'Bu mektuplarımız belli hacme ulaşınca bunları kitaplaştıracağız.' diyerek onu teşvik ediyorum." ifadelerine yer verdi. Devlet büyüklerinin kalemleri koleksiyonunda Külünk'ün vitrinindeki özel kalemler arasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın hediye ettiği dolma kalemlerin yanı sıra satın aldığı Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Mesut Yılmaz ile Ahmet Necdet Sezer gibi devlet adamlarına ait kalemler de bulunuyor. Manevi değeri yüksek parçalardan Surre Alayları ile Hicaz'a gönderilen hediyelerin konduğu kese, Topkapı Sarayı'nda Hırka-i Saadet'in temizliği sonrası tozlarının toplandığı vazo ve Kabe örtüsü de bunlar arasında yer alıyor.

  • Bir Tabağın İçine Sığan Miras: Müzeyyen Bağcı’nın Ulubey’den Türkiye’ye Uzanan Lezzet Yolculuğu

    Bir çocuğun hafızasında kalan tat bazen bir hayatın rotasını çizer. Müzeyyen Bağcı için bu tat, babaannesinin yaptığı “döndürme böreği”ydi. Yıllar sonra o tat, sadece sofralarda değil, bir işletmenin temelinde yeniden hayat buldu. Bazen bir lezzet, çocukluk anılarına gizlenmiş bir hazine gibi, tüm hayatınızın yönünü değiştirebilir. Müzeyyen Bağcı için bu hazine, babaannesinin ellerinden çıkan, fırından yeni çıkmış döndürme böreğinin o eşsiz kokusu ve tadıydı. Yıllar geçse de, o lezzet Müzeyyen Hanım'ın zihninde hep canlı kaldı, ta ki bir gün onu sadece bir anı olmaktan çıkarıp, tüm Türkiye'ye yayılacak bir lezzet yolculuğunun başlangıcı yapana dek Bu yolculuk, annesi Naile Hanım'ın bilgeliği ve desteğiyle, Uşak'ın Ulubey ilçesinden feyz alarak başladı. Ulubey'in toprağından, tarihinden ve en önemlisi de kadınlarından ilham alan anne-kız, unutulmaya yüz tutmuş yöresel tarifleri yeniden canlandırma hayaliyle yola çıktılar. Bu hayal, bugün İzmir Bayraklı'da kapılarını aralayan ve kısa sürede damaklarda iz bırakan “Ulubey 1957”  adını taşıyan sıcak bir işletmeye dönüştü. Bir Tabakta Kadın Emeği ve Mirası Müzeyyen Hanım, Ulubey 1957'yi sadece bir restoran olarak görmüyor; burası onun için bir mutfak atölyesi, bir kültürel mirasın bekçisi ve en önemlisi de kadın dayanışmasının filizlendiği bir yuva. Burada sunulan her lezzet, bir hikaye taşıyor. "Ebem Köftesi"nin ardında nesillerin birikimi, **"Kabaklı Döndürme"**nin her katmanında Ulubey'in bereketli toprakları, "Zini Hamursuzu"nun her lokmasında ise yörenin sıcak misafirperverliği saklı. Bu tarifler, endüstriyel mutfakların soğukluğundan uzak, tamamen doğal malzemelerle, anne eli değmişçesine özenle hazırlanıyor. Ancak Ulubey 1957'nin en özel yanı, mutfağından servis elemanına kadar tüm kadrosunun kadınlardan oluşması. Müzeyyen Hanım'ın bu kararı, sadece istihdam yaratma arzusundan öte, üreten, birbirini destekleyen ve dayanışmayla büyüyen kadınların gücüne olan inancını yansıtıyor. Burada her kadın, sadece bir çalışan değil, aynı zamanda bu lezzet mirasının bir parçası, bir kültürel elçi. Ulubey'den İzmir'e Uzanan Bir Umut Hikayesi Müzeyyen Bağcı'nın girişimi, sadece damakları şenlendirmekle kalmıyor, aynı zamanda Anadolu'nun derinliklerinden gelen bir samimiyet ve sıcaklığı İzmir'e taşıyor. Bu başarı hikayesi, bize bir kez daha gösteriyor ki; bir kadın azmettiğinde, çocukluğundan kalan bir tabak köftenin bile ardına sakladığı koca bir kültürü yaşatabilir. Ve bunu yaparken, ne samimiyetinden ne de köklerinden ödün verir. Müzeyyen Hanım'ın Ulubey 1957 ile yazdığı bu lezzet destanı, geleceğe umutla bakan, kendi ayakları üzerinde duran ve geleneklerini modern dünyayla buluşturan tüm kadınlara ilham kaynağı olmaya devam ediyor.

  • “Ayağındaki Terlik ve Ruhundaki İnançla: Burhan Çoban’ın Enkazdan Zirveye Yolculuğu”

    6 Şubat 2023 Malatya depremi sonrası Burhan Çoban’ın geriye kalan tek şeyi ayağındaki terlik ve içindeki mücadeleci ruhtu. Evi ve iş yeri yıkılmıştı, elinde hiçbir şey yoktu. Ama o karanlık sabah, ilk adımını Kırıkkale’ye attı. Sıfıra sıfır kalmışken dahi pes etmedi, hayalini ve planlarını içinde kurmaya başladı. Hayat mücadelesi, 25 metrekarelik bir dükkânda başladı. Günde sadece 3 kilo el yapımı çiğköfte satarak ailesini geçindirmeye çalıştı. Yılmadı, inandı, lezzetine güvendi. Günler geçtikçe müşteri kitlesi büyüdü, yan dükkânları aldı, büyüdü… Şimdi ise Türkiye’nin en büyük el yapımı çiğköfte salonunun sahibi. Bugün sadece Türkiye’nin dört bir yanından değil, dünyanın birçok yerinden müşterileri onun salonuna geliyor. Kazandıkça sadece cebini değil, gönlünü de büyüttü. Her ay düzenli olarak dört ailenin kira, fatura ve temel giderlerini karşılıyor. Günlük 500-1000 TL arası yardımlarla da ihtiyaç sahiplerine ulaşıyor. Sosyal medyada çiğköfte hediyeleriyle binlerce kişiye dokunuyor. Bugün geldiği noktadaysa; Türkiye’nin en büyük el yapımı çiğköfte salonunun sahibi. Her gün yüzlerce kilo çiğköfte üretiyor. Sadece Türkiye’den değil, dünyanın dört bir yanından gelen misafirlerini ağırlıyor. Bir marka haline gelen lezzetiyle, adından söz ettiriyor. Ama Burhan Çoban’ın büyüklüğü yalnızca işinde değil. Kazandıkça paylaşmayı da ihmal etmiyor. İhtiyaç sahiplerine her ay düzenli destek sağlıyor. Çiğköfte ikram ediyor, sosyal medyada çağrı yaparak ihtiyaç sahiplerine ulaşıyor. Kazancına insanların duasını, gönlünü ekliyor. Bugün, çiğköfte satış rekorlarına ulaşan, Türkiye’nin el yapımı çiğköftesini herkese sevdiren kişi olarak anılıyor. Ve gururla söylüyor: “Çok şükür, başardım.”

  • Yerli Mikrobiyal Gübreyle Tarımda Yüzde 300 Verim Artışı – Atakan Mavruk ve Mawgen'den Büyük Adım

    Yüksek biyomühendis ve girişimci Atakan Mavruk, aralık 2023’ten bu yana ceo olarak yönettiği Mawgen Biyoteknoloji’nin başında Türkiye tarımında devrim etkisi yaratacak bir proje yürütüyor. Geliştirilen yerli mikrobiyal gübre, hem toprak sağlığını koruyup hem de verimi taahhüt edilen oranla %300’e kadar artırıyor. Mavruk, daha önce Fuwell’de iş geliştirme uzmanı olarak çalışmış; ardından yerli biyoteknoloji alanında uzmanlaşmış genç bir biyomühendis olarak Mawgen’de kendi teknolojisini hayata geçirmiştir. Türkiye’nin biyoteknolojide dışa bağımlılığını azaltmayı ve çiftçilere ekonomik fayda sağlamayı amaçlayan bu proje, hem bilim çevrelerinden hem tarım sektörü paydaşlarından büyük ilgi görüyor. Mawgen’in yerli ürününün özellikle organik ve sürdürülebilir tarım hedeflerine uygun olması, ihracat potansiyelini de artırıyor. Atakan Mavruk’un liderliğinde Mawgen’in TÜBİTAK desteği gibi hibe ve paydaşlıklarla büyüme hedefleri, Türkiye’nin biyoteknolojik gücüne dayanak oluşturacak gibi görünüyor. “Bilimle büyüyen bir toprak hikayesi… Yüksek biyomühendis Atakan Mavruk, klasik gübrelere karşı yerli ve çevreci bir alternatif geliştirdi. Kurucusu olduğu Mawgen Biyoteknoloji firmasıyla, mikrobiyal gübre üretimine odaklandı. Bu gübre, hem toprağı iyileştiriyor… hem de verimi yüzde 300’e kadar artırıyor! Kimyasallara bağımlı tarımı geride bırakmak, çiftçiyi kazandırmak ve doğayı korumak için çalışıyor. Atakan’ın geliştirdiği teknoloji, sadece tarımı değil… Türkiye’nin biyoteknoloji geleceğini de değiştiriyor. Bilimle toprağa dokundu… Toprak da bereketle karşılık verdi. Atakan Mavruk… Bir mühendis, bir vizyoner ve bu toprakların geleceğine inanan bir öncü!”

  • Şehirden Köye, Hukuktan Kalbe: Demet Yeşilkaya’nın Aile Dizimiyle Değişen Hayatı

    Antalya'da yaşadığı dönemde Demet Yeşilkaya'nın hayatı, başlangıçta adaletin peşinde bir yolculukla şekillendi. Ancak, hakimlik sınavında yaşadığı önemli bir kırılma noktası, onun rotasını tamamen değiştirmesine neden oldu. 2006 yılında kurduğu Yeşilkaya Hukuk Bürosu ile yüzlerce davayı çözerek insanlara haklarını anlatmak için yıllarca çaba gösterdi. Ancak zamanla fark etti ki, sorunlar sadece mahkeme salonlarında değil, aile bağlarında, bilinçaltında ve geçmişin izlerinde saklıydı. Bu farkındalık, Demet'in mesleğini değil, aynı zamanda kaderini de dönüştürdü. Kırılma Noktası: Adaletsizlikle Gelen Farkındalık Demet Yeşilkaya için asıl dönüşüm, hukuk sistemi içinde yaşadığı büyük bir adaletsizlikle başladı. Hakimlik sınavında karşılaştığı bu deneyim, onun için sadece bir meslek sınavı değil, hayatının yönünü değiştiren bir uyanıştı. Bu dönüm noktasının ardından, ailesine ait evlerin satış sürecinde emlak sektörüyle tanıştı. Aracılar yerine işin başına geçmek isteyerek profesyonel satış eğitimi aldı ve kendi emlak şirketini kurdu. Bu deneyim, ona sadece girişimciliği değil, aynı zamanda insanların karar anlarında duydukları güvensizlikle nasıl başa çıkılacağını da öğretti. Ancak tüm bu deneyimlere rağmen, Demet'in gerçek tutkusu, insanın iç dünyasını anlamaktı. Hukuktan Ruhsal Dönüşüme: Demet Yeşilkaya’nın Sessiz Devrimi İzmir'de doğup büyüyen Antalya'da iş hayatına başlayan Demet Yeşilkaya'nın hayatı, başlangıçta adaletin peşinde bir yolculukla şekillendi. Ancak, hakimlik sınavında yaşadığı önemli bir kırılma noktası, onun rotasını tamamen değiştirmesine neden oldu. 2006 yılında kurduğu Yeşilkaya Hukuk Bürosu ile yüzlerce davayı çözerek insanlara haklarını anlatmak için yıllarca çaba gösterdi. Ancak zamanla fark etti ki, sorunlar sadece mahkeme salonlarında değil, aile bağlarında, bilinçaltında ve geçmişin izlerinde saklıydı. Bu farkındalık, Demet'in mesleğini değil, aynı zamanda kaderini de dönüştürdü. Ruhun Haritasına Yolculuk: Şifa Alanına Geçiş Yılların hukuk deneyimini geride bırakan Demet, aile dizimi, sistemik koçluk ve yaşam danışmanlığı gibi alanlara yöneldi. Artık bireyleri anlamak için yasa kitaplarına değil, kalbin sesine kulak veriyordu. Bugün Demet, ilişki dinamiklerinden aile travmalarına, bilinçaltı blokajlardan atalardan taşınan yükleri çözmeye kadar birçok alanda danışanlarına rehberlik ediyor. Hukuki disiplinin getirdiği düzen ve analiz becerisiyle ruhsal dünyaya sistemli bir yaklaşım kazandırdı. Bu da onu Türkiye'nin en dikkat çeken aile dizimi uygulayıcılarından biri haline getirdi. Doğada Yeniden Başlamak: Başarının Yeni Tanımı Demet Yeşilkaya, artık Antalya'da değil, Muğla'nın bir köyünde, doğayla iç içe bir yaşam kurdu. Ofis koltuklarını geride bırakıp kuş sesleriyle dolu yeni bir dünyaya adım atsa da, başarı onunla birlikte taşındı. Köyden dijitale uzanan bu yolculukta, YouTube'da başlattığı “Demet’le Yeniden Başla” serisiyle binlerce kişiye ulaştı. Online atölyeler, birebir seanslar, eğitim programları ve seminerlerle hem Türkiye'de hem de yurt dışında tanınan bir isim oldu. Aynı zamanda yoga eğitmeni ve koçu olan Demet, bedensel şifanın da ruhsal dönüşümün bir parçası olduğunu anlatıyor. Sanata ve seyahate olan ilgisi ise onu çok yönlü bir yol gösterici haline getiriyor. Gerçek Başarı: İnsanlara Kendi Işığını Gösterebilmek Demet Yeşilkaya'nın yolculuğu, sadece meslek değiştirmekten öte, bir yaşam felsefesi oluşturmaktır. Kadınlara, eşlere, annelere, çocuklara ve aile sistemlerine dokunarak yargılayan değil, anlayan bir bakış açısı sunuyor. Danışanları onu "hayatımı değiştiren kadın" olarak anıyor; çünkü Demet, sadece sorunlara değil, kök acılara da dokunuyor. Sade, samimi ve güven veren diliyle binlerce kişinin kendi iç sesini duymasını sağlıyor. Bir Kadının Sessiz Ama Güçlü Zaferi: Anneliğin Gücüyle Yazılan Bir Hikaye Demet Yeşilkaya'nın hikâyesi, "Gerçek başarı nedir?" sorusuna verilen en sahici cevaplardan biri. "Gerçek başarı, kendin olmayı seçip başkalarına da kendisi olma cesareti verebilmektir," diyor ve bunu her gün yaşıyor, yaşatıyor. Bu dönüşümün ardında, çocukları için daha iyi bir dünya inşa etme, onlara sağlam değerler aktarma ve kendi yollarını bulmaları için ilham verme gibi güçlü bir annelik güdüsü yatıyor. Onun hikâyesi; şehirden köye, yasadan içgörüye, başarıdan anlamlı başarıya uzanan bir dönüşümün adı. Ve bu dönüşüm, hem kendi çocuklarına hem de birçok kadına ilham olmaya devam ediyor. Yaşam Boyu Dinamik: Hiç Durmayan Bir Yolculuk Demet Yeşilkaya'nın hayatı, sürekli bir arayış ve gelişimle dolu. O, durağanlığı reddeden, dinamik bir yaşamın temsilcisi. Hukuktan ruhsal şifaya uzanan bu yolculuğunda bile, keşfetmeye ve deneyimlemeye devam ediyor. Yaşamının her anını aktif bir şekilde değerlendiren Demet, bunun en somut örneğini, Avrupa'yı sadece bir ay gibi kısa bir sürede keşfederek sergiledi. Bu, onun hayata olan bitmek bilmeyen merakının, öğrenme arzusunun ve sınırları zorlama cesaretinin bir göstergesi. Demet, sadece bir mesleği değil, bir yaşam biçimini dönüştüren, her anı dolu dolu yaşayan bir ilham kaynağı. İşte o yüzden bu hikâye yalnızca bir kariyer değişikliği değil, bir yaşam dönüşümüdür. Şehirden köye, ofisten doğaya, hukuktan şifaya uzanan bu yolculuk, her adımıyla ilham veriyor. Ve bu yolculuğun adı: Demet Yeşilkaya.

  • Modern beyin cerrahisinin mimarı: Prof. Dr. Gazi Yaşargil

    Amerikan Beyin Cerrahları Birliğince "Yüzyılın en iyi beyin cerrahı" seçilen Prof. Dr. Gazi Yaşargil, geliştirdiği teknikler ve Parkinson hastalığı ile hareket bozukluklarına yönelik yöntemlerle modern beyin cerrahisine adını altın harflerle yazdırdı Yaşargil, hekimlik kariyeri boyunca geliştirdiği cerrahi yöntemler ve yetiştirdiği uzmanlarla nöroşirurji alanının gelişmesine katkı sağladı. "Yüzyılın En İyi Beyin Cerrahı" seçilen Prof. Dr. Gazi Yaşargil vefat etti AA muhabirinin derlediği bilgilere göre, Yaşargil, 6 Temmuz 1925'te, babasının kaymakamlık yaptığı Diyarbakır'ın Lice ilçesinde doğdu. Almanya'daki Friedrich Schiller Üniversitesinde tıp eğitimini kazanan Yaşargil, 2 sene sonra İsviçre'ye geçerek 1949'da Basel Üniversitesinden mezun oldu. Tıp eğitiminden sonra 3 ay Dr. Josef Klingler'in yanında beyin anatomisi üzerine çalışan Yaşargil, ardından nöroloji-psikiyatri, dahiliye ve genel cerrahi alanlarında asistanlık yaptı. Yaşargil, Ocak 1953'te Zürich Üniversitesi Beyin Cerrahisi Kliniği'nde Prof. H. Krayenbühl ve Prof. G. Weber'in yanında uzmanlığını tamamladı. Mikronöroşirurji alanında öncü oldu 1960'ta doçent, 1965'te profesör, 1973'te ise ordinaryüs profesör ünvanını alan Yaşargil, 1993'e kadar aynı klinikte direktör olarak görev yaptı. Bu süreçte Parkinson hastalığı ve hareket bozukluklarına yönelik stereotaktik cerrahi teknikler geliştiren Yaşargil, yüksek frekanslı koagülasyon yöntemini beyin cerrahisinde ilk kez kullanan isim oldu. Ekim 1965-Aralık 1966'da Amerika'da Burlington-Vermont Üniversitesi hayvan laboratuvarında Prof. M. P. R Donaghy ve ameliyat hemşiresi Jackie Robert'ın yanında mikrovasküler cerrahi öğrenen Yaşargil, bu tekniği ilk defa hayvan beyni damarlarında (500-1000 mikron çapında) uyguladı. Ocak 1967'de Zürich Beyin Cerrahisi Kliniği'ne dönen Yaşargil, mikrotekniği ve sisternal açılım yöntemini tüm beyin ve omurilik cerrahisinde kullanmaya başladı. Yaşargil'in kurduğu mikrocerrahi laboratuvarında, dünyanın dört bir yanından 3 bini aşkın cerraha mikrocerrahi tekniği öğretildi. Uluslararası düzeyde takdir gördü Zürich Üniversitesinden 1993'te emekli olan Yaşargil, 1994'te ABD'deki Arkansas Üniversitesi Tıp Fakültesinde profesör olarak görev yapmaya başladı. Yaşargil, burada yeni bir mikronöroşirurji laboratuvarı kurarak ameliyatlar gerçekleştirdi ve eğitimler verdi. Yaşargil, çalışmalarıyla Arkansas Üniversitesinde kurulan "Yaşargil Kürsüsü" ve düzenlenen "Gazi ve Dianne Yaşargil Yıllık Konferansı" ile onurlandırıldı. 1960'lı yıllarda Parkinson hastalığına yönelik stereotaktik cerrahiler yapan Yaşargil, 1967'den itibaren mikrovasküler cerrahiyi insan beyninde uygulayarak modern mikronöroşirurjinin kurucusu olarak tarihe geçti. Yaşargil, anevrizma, AVM, beyin tümörleri ve epilepsi cerrahisinde mikrotekniklerin yaygın kullanımını sağlayarak nöroşirurjide yeni bir dönem başlattı. Uluslararası çevrim içi toplantıya 10 binin üzerinde kişi katıldı Prof. Yaşargil adına Oxford (İngiltere), Little Rock (ABD) ve Pekin (Çin) gibi şehirlerde mikrocerrahi laboratuvarları kuruldu. Zürich Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kasım 2014'te başlattığı "Yıllık Yaşargil Konferansları" ile Yaşargil'in bilimsel katkılarını onurlandırdı. Türkiye Bilimler Akademisince Şeref Üyesi seçilen Yaşargil'in adı, Diyarbakır'daki Eğitim ve Araştırma Hastanesine verildi. 2020 yılında Yaşargil'in 95. yaş günü vesilesiyle düzenlenen "Microneurosurgery-Past, Present & Future" başlıklı uluslararası çevrim içi toplantıya 10 binin üzerinde kişi katıldı. Yaşargil, bu etkinlikte bir kez daha deneyimlerini dünya nöroşirurji topluluğuyla paylaştı. İsmi sokaklara, okullara ve kürsülere verildi Toplumsal hafızada da yer edinen Prof. Dr. Gazi Yaşargil'in adı, birçok yere verildi. İstanbul Başakşehir'de bir cadde, Ankara Beypazarı, Rize Ardeşen ve Kayseri Melikgazi'de birer sokak, İstanbul Gaziosmanpaşa'da ise bir ortaöğretim kurumu Gazi Yaşargil'in adını taşıyor. Tıp dünyasında ekol haline gelen Prof. Dr. Gazi Yaşargil, Türkiye ve dünyanın farklı ülkelerindeki üniversitelerden çok sayıda fahri doktora ve onursal profesörlük ünvanına layık görüldü. Gazi Yaşargil, bilimsel çalışmaları ve eğittiği cerrahlarla alanında kalıcı etkiler bıraktı.

  • Dr. Gülsen Ataseven'in hayatı gençlere ilham veriyor

    Ömrünü gönüllülüğe adayan 85 yaşındaki Dr. Gülsen Ataseven, Hanımlar Eğitim ve Kültür Vakfı'nda (HEKVA) sevenleriyle bir araya geldi. Ayşe Pehlivan'ın hazırladığı "Gönüllülük Dünyasının Doktoru Gülsen Ataseven: Hayatı, Çalışmaları ve Başarıları" adlı biyografi kitabının imza gününe Ataseven'in dostu Fatma Çalıkavak ile edebiyat, sanat ve akademi dünyasından pek çok kişi katıldı. Yazar Ayşe Pehlivan, etkinlik öncesinde AA muhabirine yaptığı açıklamada biyografilerin sadece kitap olmadığını düşündüğünü belirterek, "Eğer biyografiler yazılırsa bireyin çekmiş olduğu sıkıntılar, diğerlerinin tecrübelerine dönüşür ve çok ciddi anlamda bir zaman kazanılmış olur." dedi. Herkese eline kağıdı kalemi alarak kendisiyle ilgili not edeceği şeyleri yazmasını tavsiye eden Pehlivan, "Buradaki en temel dayanağım da Kur'an-ı Kerim'de Rabbimin bize Peygamberlerin hayatını anlatması. Yusuf Suresi'nde Hz. Yusuf'un biyografisinin anlatıldığı hikayeleri baz alarak herkes kendisiyle ilgili notları bir kenara koysun. Ondan sonrakiler için izler bıraksın ve bu izlere basarak çok daha hızlı mesafe kat edilsin isterim." ifadesini kullandı. Hayatı gençlere ilham veren Gülsen Ataseven ile tevafuken tanıştığını kaydeden Pehlivan, "Tanışır tanışmaz insana sağlamış olduğu o güçlü motivasyon, ondan sonraki yolculuklarda çok büyük bir enerji sağlıyor. Gülsen Ataseven anlattığı zaman ikna oluyorsunuz. O söylerken kendisinin dışındakilerle ilgili konuştuğu için de hemen katılabiliyor, onun bir parçası olabiliyorsunuz. Onun yüreğinde, aklında, planlarında iyilik yapmak isteyen herkes için yer var. Ben bu kitap aracılığıyla kitabı okuyan herkesi bu iyiliğin bir parçası olmaya davet etmek isterim. Kendisini aşıp diğerinin sancısına ulaşabilen herkes, sorunların oluşmadan çözülmesine katkı sağlayacaktır. Gülsen Ataseven Hocam, bu kitap aracılığıyla bunun öncülüğünü yapmaya devam ediyor." görüşünü paylaştı. "Hayırları başka bir hayır takip etsin" Gülsen Ataseven de kitabın yazarı olan Ayşe Pehlivan'ın yıllarca hayatını takip ederek hatıralarımı toplamaya çalıştığını söyledi. Kendisi gibi Pehlivan'ın da son yıllarda çeşitli sağlık sorunlarıyla karşılaştığını anlatan 85 yaşındaki Ataseven, "Allah imtihan etti. Her kronik rahatsızlık çekene Allah sevap vereceğini vaat ediyor. Biz şimdi 'Sevabımız kısa sürede biterse ne yaparız?' derken, 'Hocam böyle bir kitap yazarsak sevap devamlı olabilir. Okuyan belki bundan etkilenir, sevap sadaka-i cariye gibi büyür.' dedi. Bu dua ve bu niyetle bu kitap yazıldı. Ayşe'nin ihlası, kalemindeki kuvvet ve akıcılıkla bu hale geldi." şeklinde konuştu. Sıkılmadan okunacak bir kitap olduğunu, okuyuculardan okurken dua etmelerini beklediğini, kişinin gıyabında yapılan duanın makbul olduğunu ifade eden Ataseven, "Hayırları başka bir hayır takip etsin. Dua etmek Allah indinde son derece makbul. Nereden biliyorum? Kıyamet günü daima tasvir edilir. Çok sıkıntılı bir gün. Ama insanlar merakla yukarılara bakacaklar böyle nurdan minberler üzerine oturmuş insanlar var. Ya Resulallah evliyalar mı, Peygamberler mi bunlar? Hayır, değil, bunlar Allah için birbirlerini sevenler. Hepimizin o minberlerde Peygamberimizin 'Livaü'l-Hamd' sancağı altında buluşacağımız günler göz açıp kapayıncaya kadar gelsin, fırsat elimizde." değerlendirmesini yaptı. "Gönüllülük Dünyasının Doktoru Gülsen Ataseven: Hayatı, Çalışmaları ve Başarıları" adlı eser, Ataseven'in 60 yılı aşan gönüllü emeğini ve toplumsal katkılarını konu alıyor. Sivil toplumun eski ve güçlü isimlerinden Dr. Gülsen Ataseven'in özellikle gençlere ilham veren hikayesini anlatan kitap, Ataseven'in çocukluk yıllarından itibaren içselleştirdiği ahlaki ve insani değerlerin, onu bir toplum öncüsüne dönüştürmesini irdeliyor. Türkiye’de kadınların sosyal hayattaki görünürlüğünün son derece sınırlı olduğu dönemlerde aktif bir gönüllü olarak yüzlerce sosyal girişime katkı veren Ataseven'in deprem bölgelerinden vakıf merkezlerine, hasta odalarından konferans salonlarına uzanan emeğinin anlatıldığı çalışma, okuyucuya yalnızca bir yaşam öyküsü değil bir duruşu, bir dünya görüşünü ve gönülden yapılan iyiliğin dönüştürücü gücünü sunuyor.

  • Edirne'de iki çocuk annesi dil öğrenmek için girdiği ikinci üniversitesini birincilikle bitirdi

    Trakya Üniversitesi'nde (TÜ) Bulgarca öğrenmek için ikinci üniversitesine başlayan 46 yaşındaki Fahriye Şenuz, Edebiyat Fakültesi'ni birincilikle bitirerek mezuniyet töreninde büyük gurur yaşadı. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nin Balkan Kongre Merkezi'nde düzenlenen mezuniyet töreninde, 818 öğrenci mezuniyet sevinci yaşadı. İstanbul Teknik Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği mezunu olan ve yazılım alanında çalışan iki çocuk annesi Şenuz, Bulgarca Mütercim Tercümanlık Bölümü'nü başarıyla tamamlayarak fakülte birincisi oldu. Fahriye Şenuz, törende yaptığı konuşmada, "Okumanın yaşı yoktur. Kendini geliştirmek, fark yaratmak, ilim ve irfan sahibi olmak, vatanına ve milletine faydalı olmak için hiçbir zaman geç değildir." dedi. Edirne'de yaşamanın sağladığı avantajla Bulgarca öğrenmek istediğini belirten Şenuz, ikinci üniversitesini birincilikle tamamlamaktan gurur duyduğunu ifade etti. Bulgarca ve Rusça öğrendiğini, İngilizce ve Almancasını geliştirdiğini aktaran Şenuz, "Yeni diller öğrenmek bana sadece kelimeler değil, kültürler kazandırdı. Gittiğim ülkelerde ana dili konuşmak bana gurur verdi, kendimi bir dünya insanı gibi hissettim." diye konuştu. Şenuz, azmiyle çocuklarına ve çevresine örnek olmaktan mutluluk duyduğunu belirtti. TÜ Rektörü Prof. Dr. Mustafa Hatipler Şenuz’u tebrik ederek başarı belgesi takdim etti.

Arama Yap

bottom of page