top of page

Boş arama ile 783 sonuç bulundu

  • Van kahvaltısının tanıtım elçisi, yarım asırlık emeğini "Dünya Ahisi" ödülüyle taçlandırdı

    Van'da 50 yıldır kahvaltı salonu işleterek, yöresel ürünleri tanıtan 68 yaşındaki esnaf Yusuf Konak, "Dünya Ahisi" ödülüne layık görülmenin mutluluğuyla işine daha da sarıldı. Çocuk yaşlarda mesleğe çırak olarak başlayan Konak, kentin farklı noktalarında 50 yıldır müşterilerine 20 çeşit ürünün yer aldığı eşsiz Van kahvaltısını sunuyor. İlerleyen yaşına rağmen mesleğini ilk günkü aşkla sürdüren Konak, yaptığı tanıtım çalışmalarıyla da Van kahvaltısının bilinirliğine katkı sağlıyor. Mesleğinde şimdiye kadar birçok ödül alan Konak, son olarak Dünya Esnaf ve Sanatkarlar Derneği tarafından 12 Nisan'da Ankara'da düzenlenen törende "Mesleğini Sanatla Buluşturanlar" kategorisinde "2024 Dünya Ahisi" seçildi. İşini Ahilik prensipleriyle yaptığı için "Dünya Ahisi" ödülüne layık görülen Konak, meslek hayatını böyle bir ödülle taçlandırmanın mutluluğunu ve gururunu yaşıyor. "Yarım asırdır işimin başındayım" Kentin sevilen esnafından Konak, AA muhabirine, işini ilk günkü heyecanla yaptığını söyledi. 50 yılda birçok bürokrat, iş insanı ve ünlü ismi ağırladığını belirten Konak, "Başarılarımı anneme ve eşime borçluyum. 'Tarlan varsa içinde, eşin varsa yanında, işin varsa başında ol' şiarıyla yarım asırdır işimin başındayım. Birçok programa konuk olduk, 67 ilde farklı üniversitelerde ödüller aldık. Kentimizin tanıtımı için çalışmalarımızı sürdürüyoruz." dedi. "Ahilik ödülü işimize yeni bir heyecan kattı" Mesleğini "Dünya Ahisi" ödülüyle taçlandırdığı için mutlu olduğunu ifade eden Konak, şunları kaydetti: "Ankara'da Dünya Ahisi ödülünü aldım. Bu ödülle Van için elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz. Van kahvaltısının tanıtılmasında bizler de küçük bir yer edindik. 50 yıldır neşeli bir şekilde işimizi sürdürüyoruz. Ahilik ödülü de işimize yeni bir heyecan verdi. Ahilik aslında işin sonu demek ama pes etmeyeceğiz. Farklı ülkelerde ve şehirlerde ödüller almama rağmen hiçbir zaman bu kadar duygulu ve hüzünlü olmamıştım." Beraber çalıştığı damadı Fariz Gül ise "Dünya Ahisi ödülüne layık görülmesi bizleri gururlandırıyor. Ahiliğin içinde eğitim, kültür ve yardımlaşma var. Dolayısıyla Yusuf ağabey, bu kimliğini sürekli ön planda tutuyor. İnsanlara karşı samimi ve içten bir bağlayıcılığı var. Bu yönüyle gerçek bir ahi." diye konuştu.

  • Yerli yazılımla üretilen zirai ilaçlama dronu çiftçinin hayatını kolaylaştırıyor

    Konya'da 4 yıldır insansız hava araçları ve elektronik kartları üreten firmanın yerli yazılımla ürettiği zirai ilaçlama dronu, 10 dakikada 40 bin metrekare alanı ilaçlayabiliyor. Shark Havacılık Şirketi Teknik Müdürü Gürhan Ünses, AA muhabirine, 4 yıl önce faaliyete başladıkları şirketlerinde sabit kanat ve döner kanat formunda insansız hava araçlarının farklı versiyonlarını ve uçuş kartlarını ürettiklerini söyledi. Zaman içinde çiftçilere fayda sağlayabilecek insansız hava aracı üretimine de yöneldiklerini ifade eden Ünses, yürüttükleri AR-GE çalışmaları sonucunda tamamen yerli yazılımla zirai ilaçlama dronu üretmeyi başardıklarını bildirdi. Ünses, zirai ilaçlama dronlarının çiftçilere zamandan, sudan ve iş gücünden tasarruf sağladığını belirterek, şunları kaydetti: "Birçok ekipmanını burada üretiyoruz. Yurt dışında da parça yaptırdığımız ve teknolojimizi paylaştığımız, iş ortaklığı yaptığımız firmalar var ama büyük çoğunluğunu burada ürettiğimiz bir hava aracı bu. Zirai ilaçlama dronumuzu yaklaşık 2,5 senedir üretmekteyiz. Yurt dışına da Azerbaycan, Özbekistan, Türk Cumhuriyetler, İran ve Irak başta olmak üzere birçok bölgeye ihracatımız var." Cihazın yazılımını kendi mühendislerinin geliştirdiğini ve çiftçiye kolay kullanım imkanı sağladıklarını anlatan Ünses, ürettikleri hava araçları ile ilgili üretim merkezlerinde çiftçilere eğitimler verdiklerini bildirdi. Ünses, ilaçlama dronunun sadece ilaç değil gübreleri hatta tohumları dahi havadan araziye bırakabildiğini dile getirerek, şöyle devam etti: "Çiftçimiz ürününü ezmeden, traktörün tekerlekleri ile çiğnemeden, tohumuna zarar vermeden ilaçlamış oluyor. Olumsuz hava şartında araziye traktörle çıkılmayacak durumlarda bile bu insansız hava aracıyla arazisini ilaçlayabiliyor. Çiftçi faydalı gübreleri, tohumları da havadan arazisine bırakabiliyor. Bunun için ilave bir ekipmana gerek kalmıyor. Bu araçla çiftçi, suyun çok kıymetli olduğu bu zamanda, çok az suyla uygun miktarda gerekli bitki besleme ürünlerini, ilaçlarını arazisine uygulayabiliyor." Her yaştan çiftçinin rahatlıkla kullanabileceği kadar kolay bir drone geliştirdiklerini ifade eden Ünses, "Antalya'da yaşı 60'ı geçmiş bir çiftçimiz bu dronu kullanabileceğine inanmıyordu. Verdiğimiz eğitimlerle, yaptırdığımız pratiklerle ona, bunu rahatlıkla kullanabileceğine ikna ettik ve kendisi zirai ilaçlama ekipmanı alıp kullanmaya başladı." diye konuştu. Ünses, ürettikleri cihazı diğer cihazlardan ayıran en önemli özelliğin kapasitesi olduğuna dikkati çekerek, şunları söyledi: "70 kilogramlık bir katı gübre tankına ve 60 litrelik sıvı bitki besleme ürünü tankına sahip. Çiftçi, ikisinden birini takıp kullanabiliyor. Bu da yaklaşık 10 dakika içerisinde 40 dekarlık bir araziyi rahatlıkla ilaçlayabileceği anlamına geliyor. Cihazın en büyük kabiliyeti üzerinde dakikada 40 litre püskürtme yapabilen 2 büyük pompası olması. Püskürtme sistemi, içindeki suyu ve sıvıyı parçalayıp, bitkinin üzerine eşit bir şekilde yayarak, ilacın verimli bir şekilde bitkimizin bulunduğu alana püskürtülmesini sağlıyor. Bunu da tamamen otonom yapıyor."

  • Kaporta ustası, filmlerden etkilenerek başladığı karatede birçok şampiyonluğa imza attı

    İstanbul'da kaporta tamirhanesi işleten Aytekin Akdoğan, bir süre ara verdiği karateye oğlunun ısrarıyla yeniden başlamasının ardından birçok yarışmada kazandığı derecelere Balkan Şampiyonası'ndaki birinciliği de ekledi. Yenibosna'daki kaporta tamirhanesinde 39 yıl önce çırak olarak çalışmaya başlayan Aytekin Akdoğan, Jackie Chan ve Bruce Lee'nin aksiyon filmlerinden de etkilenerek karateye yöneldi. Hobi olarak başladığı karateyle uzun yıllar ilgilenen Akdoğan, elde ettiği başarılarla 1996'da milli takıma seçildi. Karate tutkusunun yanında motosikletle de ilgilenen Akdoğan, geçirdiği bir rahatsızlık nedeniyle spora yaklaşık 8 yıl ara verdi. Bu sırada kendi işinin patronu olan Akdoğan, oğlu Yusuf Akdoğan'ı da karateyle tanıştırdı. Oğlunun ısrarlarına dayanamayarak birlikte karate antrenmanları yapan Akdoğan, bir yandan işini sürdürürken bir yandan da turnuvalara katıldı. Şampiyonluklarını Türkiye Karate Federasyonunda milli hakem olarak taçlandıran Akdoğan, Karadağ'ın Budva kentinde düzenlenen Balkan Büyükler ve Veteranlar Karate Şampiyonası'nda altın madalya alarak Balkan Şampiyonu oldu. Babasının yolundan giden Yusuf Akdoğan ise bir yandan spor bursuyla üniversite eğitimini sürdürürken bir yandan da yarışmalara katılarak dereceler alıyor. Katıldığı ilk turnuvada üçüncü oldu Karatedeki başarılarını anlatan Aytekin Akdoğan, bu sporun kendisine çok şey kattığını söyledi. Çok hiperaktif bir insan olduğunu, karate sayesinde durgunlaştığını belirten Akdoğan, "Karatenin en büyük faydalarından birisi de diğer sporlara göre aşırı hiperaktifleri durgunlaştırıyor. Çok durgun olan çocukları da yukarıya doğru biraz yükseltiyor. Japon bilim insanları karatenin aşağı yukarı 27-28 faydasından bahsediyor." dedi. Bu spora olan tutkusunun hiçbir zaman bitmeyeceğini ve daha büyük şampiyonalara katılmayı hedeflediğini aktaran Akdoğan, bir süre ara verdiği spora oğlunun ısrarıyla yeniden başladıktan sonra dereceler aldığını anlattı. Akdoğan, katıldığı ilk turnuvada iki antrenmanın ardından üçüncülük elde ettiğini belirterek, "Maceramız böyle başladı, 3 ay sonra bir turnuva, 5 ay sonra bir turnuva derken, her sene yapılan Türkiye ve İstanbul şampiyonalarının hepsine katıldım. Bunlara katılmamızın sebebi tamirhaneden, rutin hayattan kopup sosyal aktivite yapma isteğiydi. Kötü alışkanlıklardan da bizi koruduğu için dikkatimizi spora vermek bize çok şey kazandırdı." ifadelerini kullandı. Sporda elde ettiği başarıları oğluna da tam burs getirdi Oğlu Yusuf Akdoğan'ın da kendi grubunda dereceler yaptığını dile getiren Akdoğan, Türkiye ikinciliği, İstanbul ve iller arası birinciliği bulunan oğlunun bu spor sayesinde özel üniversiteyi yüzde 100 burslu okuduğunu kaydetti. Karatede siyah kemer seviyesine geçtiğini belirten Aytekin Akdoğan, "2024'te Balkan Şampiyonu oldum ama bugünlere gelene kadar da birçok uluslararası maçta da derece yaptım, 26. Balkan Büyükler Şampiyonası'nda yine birincilik, daha sonrasında da ikincilik aldım. Türkiye'ye iki madalya kazandırdık. 2025'te de yine aynı şekilde, 27. Balkan Büyükler Şampiyonası'nda kendi grubumda altın madalya alarak milli takımımıza bizim de bir katkımız oldu." diye konuştu. Evine sığmayan kupalarını tamirhanede sergiliyor Elde ettiği başarıların yanında Türkiye Karate Federasyonunda milli hakem olarak görev yapan Akdoğan, "İlk başta bölge hakemiydim. Sonra milli hakem oldum. Ulusal maçları yönetmeye başladık. Milli takıma gidecek çocukları seçmeye başladık. Sporun içinden gelip de bu işi yapmak inanılmaz derecede büyük avantaj sağlıyor." dedi. Akdoğan, aldığı madalya ve kupalarının bir kısmını evine sığmadığı için atölyesinde sergilediğini anlattı. Özel öğrenme güçlüğü, dikkat dağınıklığı gibi sorunlar yaşayan çocukların karateye yönlendirilmesi tavsiyesinde bulunan Akdoğan, "⁠Karate insana bir nevi terapi yapıyor aslında. Diğer sporlardan farkı, saldırı sporu değil, savunma sanatı. Dersten çıktığınız zaman kuş gibi hafifliyorsunuz. Böyle de bir özelliği var, şiddetle tavsiye ederim. Özellikle çocuklara, kız çocuklarına tavsiye ederim. Kendilerine bir güven geliyor ve bir iki sene sonra inanılmaz derecede değişiyorlar." değerlendirmesinde bulundu.

  • Matematiği Bir Korku Değil, Bir Başarı Yolculuğuna Dönüştüren İsim: Mehmet Karayiğit

    Matematiği sadece bir ders değil, hayat boyu başarıya açılan bir kapı olarak gören Mehmet Karayiğit, 20 yıllık öğretim tecrübesi ve geliştirdiği yenilikçi eğitim modeli ile binlerce öğrencinin hayatına dokunmaya devam ediyor. Matematik korkusunu özgüvene dönüştüren “Matematikte Kur Sistemi” (MKS) ile eğitim dünyasında çığır açan Karayiğit, bugüne kadar 30.000’den fazla kursiyerin başarı hikayesine imza attı. Geleneksel ezberci eğitim anlayışının ötesine geçerek, öğrencilerin matematiği anlayarak ve uygulayarak öğrenmelerini hedefleyen Mehmet Karayiğit, Matematikte Kur Sistemi ile matematiği bir korku değil, bir çözüm aracı haline getirdi. 13 yıl önce kurduğu bu sistem, bireysel öğrenme hızını ve potansiyeli esas alarak her öğrencinin kendi yolculuğunda başarıya ulaşmasını sağlıyor. “Öğrenmek ezberlemek değil, anlamaktır.” anlayışıyla yola çıkan Karayiğit, geliştirdiği yöntemlerle öğrencilerin analitik düşünme becerilerini güçlendirirken, problem çözme tekniklerinde de kalıcı başarılar elde etmelerine rehberlik ediyor. Eğitimde Sadece Öğrencilere Değil, Ailelere de Yol Arkadaşlığı Mehmet Karayiğit’in vizyonu yalnızca öğrencilerle sınırlı kalmıyor. Velilerle güçlü bir iş birliği içinde hareket eden Karayiğit, ebeveynlerin de çocuklarının eğitim yolculuğunda aktif rol almasını sağlıyor. Eğitimde özgüven kazandırmayı temel alan yaklaşımıyla, çocukların akademik başarısının yanı sıra hayata karşı duruşlarını da şekillendiriyor. Mehmet Karayiğit, yalnızca sınıf ortamıyla yetinmeyip daha geniş kitlelere ulaşmak için de projeler geliştirdi. Kurucusu olduğu @matematiktekursistemi ve @kazdaglarimatematikkoyu projeleriyle, farklı ortamlarda matematik eğitimine yeni bir soluk kazandırmayı başardı. Bu platformlar, öğrencilere akademik destek sunmanın ötesinde, onları matematiği hayatlarının bir parçası haline getirmeye teşvik ediyor. Kariyeri boyunca matematik eğitimi üzerine kitaplar ve makaleler yazan Mehmet Karayiğit, özellikle kavramsal öğrenme ve problem çözme teknikleri üzerine yaptığı derinlemesine çalışmalarla eğitim dünyasında haklı bir saygınlık kazandı. Onun çalışmaları, matematik öğretimini yalnızca sınav odaklı bir süreç olmaktan çıkarıp, öğrencilerin yaşam boyu kullanacakları bir beceriye dönüştürmeyi amaçlıyor. Bugün 605 bin takipçisiyle sosyal medya üzerinde de geniş bir etkileşim ağı oluşturan Mehmet Karayiğit, bilgi ve tecrübelerini milyonlarca kişiye ulaştırarak matematiği sevdirmeye devam ediyor. Gelecek Nesillere İlham Olmaya Devam Ediyor Mehmet Karayiğit, matematik eğitimindeki bu öncü yaklaşımı ve öğrencilerin hayatlarını değiştiren başarı hikayeleriyle, yalnızca bir öğretmen değil, aynı zamanda bir ilham kaynağı. Onun liderliğinde geliştirilen sistemler, matematiği bir korku değil, bir başarı yolculuğuna dönüştürmeye devam ediyor. “Her öğrenci bir potansiyel taşır; her başarı hikayesi ise doğru rehberlik ve güvenle başlar.” diyen Karayiğit, matematik eğitimine olan katkılarıyla geleceğin parlak nesillerinin şekillenmesinde önemli bir rol üstleniyor.

  • Kitap kurdu 88 yaşındaki "Kasım dede" okuma aşkıyla tüm ailesine örnek oluyor

    Mardin'de yaşayan 88 yaşındaki Kasım Güneş, kitap okuma alışkanlığını çocukları, torunları ve torunlarının çocuklarına da kazandırdı. Merkez Artuklu ilçesinde yıllarca tarım ve hayvancılıkla uğraşan Güneş, okula gitme imkanı olmayınca aile büyüklerinden okuma yazmayı öğrendi. Türkçe ve Kürtçenin yanı sıra Arapça da bilen 7 çocuğu ve 60 torunu bulunan Güneş, gençlik yıllarında kitap okumaya ilgi duymaya başladı. O yıllardan bu yana kitapları elinden düşürmeyen Güneş, zamanının büyük bölümünü ilerleyen yaşına rağmen kitap okuyarak geçiriyor. Oğlunun evinde yaşamını sürdüren Güneş, bu alışkanlığını aşıladığı çocukları ve torunlarıyla da kitap okuyor. "Herkesin kitap okumasını istiyorum" Kasım Güneş 6 yaşındayken babası ve amcasından Arapça ve Kürtçe, askere gitmeden önce de Türkçe okumayı öğrendiğini söyledi. O yıllardan bu yana elinden kitabı düşürmediğini ifade eden Güneş, "Okumayı çok seviyorum. Vaktimi kitap okuyarak geçirmeyi çok seviyorum. Kitap okumak iyidir. 70 yıldır kitap okuyorum. Herkesin kitap okumasını istiyorum." dedi. "Dört nesil bir arada kitap okumayı çok seviyoruz" Oğlu Şeyhmus Güneş ise babasının kitap okuma sevgisinin herkese örnek olduğunu belirtti. Babasının gençlik yıllarında kitap okumaya başladığını anlatan Güneş, şunları kaydetti: "Üç dilde kitaplar okuyor, Türkçe, Arapça ve Kürtçe. Sabah namazında kalkıp Kur'an-ı Kerim okuyor. Sonra biraz uyuyor. Uyanınca tekrar kitap okumaya başlıyor. Gün boyu böyle kitap okuyor. İslam tarihine çok merakı var. İslam tarihini hemen hemen ezberlemiş. Bazen uzanarak, bazen oturarak kimi zaman da ayakta kitap okuyor. Babamın kitap okuma tutkusu bize de örnek oluyor. Aldığı kitaplar sayesinde İslam tarihini öğrendim. Torunları ve onların çocukları da onu takip ediyor. Babam, ben, oğlum ve torunum, dört nesil bir arada kitap okumayı çok seviyoruz. Evimizde kitap okuma saati var. Her gün çocuklarla en az yarım saat kitap okuyoruz. Bazen sesli okuyup birbirimizi dinliyoruz. Okuduğumuz kitapların tahlilini yapıyoruz. Çok faydalı oluyor." "Kitap okumak Alzheimer hastalığının ilerlemesini engelliyor" Babasına üç yıl önce Alzheimer başlangıcı teşhisi konulduğunu dile getiren Güneş, kitap okumasının bu rahatsızlığın etkilerini de geciktirdiğini belirtti. Şeyhmus Güneş, Alzheimere en iyi ilacın kitap okumak olduğuna işaret ederek, "Kitap okumak ona bir nevi ilaç oluyor, unutkanlığını gideriyor. Kitap okumasaydı Alzheimer daha ileri seviyeye çıkar ve çoğu şeyi hatırlamazdı. Şu anda çocukluğunu, gençliğini, köyünü hatırlıyor. Benden sık sık kitap istiyor. Birini bitirince başka bir kitap getiriyorum. Bu onu zinde tutuyor." diye konuştu. Güneş, bir arada kitap okumalarının aile bağlarını da güçlendirdiğini sözlerine ekledi. "Büyükbabamın yaşına gelinceye kadar kitap okumak istiyorum" Kasım Güneş'in torunlarından 10 yaşındaki Muhsin Güneş ise dedesinin kitap okumayı çok sevdiğini, onu örnek alarak sık sık kitap okuduklarını belirtti. Dedesinin yanında sesli kitap okuduğunu anlatan Güneş, "Kitap okumayı seviyorum. Uzun yola gittiğimizde yanıma kitap alıp okuyorum. Büyükbabamın yaşına gelinceye kadar kitap okumak istiyorum. Büyükbabam bana örnek oluyor." dedi. Torununun kızı 3. sınıf öğrencisi Elif Azra Güneş de kitap okumanın çok güzel bir duygu olduğunu vurgulayarak, dedesinin kendilerine örnek olduğunu söyledi.

  • Türkiye bursiyeri Halvaşi, Rusya'nın en büyük ikinci havalimanını yönetiyor

    Burslu öğrenci değişim programı kapsamında geldiği İstanbul'da Marmara Üniversitesinden mezun olan ve Rusya'nın en büyük ikinci havalimanında üst düzey yöneticilik yapan Asiyat Halvaşi, Türk misafirperverliğini ve yemeklerini unutmuyor. Saint Petersburg Pulkovo Havalimanı'nda görev yapan Çerkes asıllı Rus vatandaşı Halvaşi, AA muhabirine, 1990 yılında burslu öğrenci değişim programıyla üniversite okumak için İstanbul'a geldiğini, işletme fakültesinde okumak istediğini ancak kontenjanlar dolu olduğu için iletişim fakültesine gitmek zorunda kaldığını söyledi. Halvaşi, "Sekiz ay Türkçe kursuna gittim, sonra üniversiteye başladım. Normalde işletme okuyacaktım ama burslu program kontenjanında yer olmadığı için Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesine kaydoldum. Okulu bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesinde işletme üzerine yüksek lisans yaptım." diye konuştu. Halvaşi, okul bitince Türkiye'ye uçuş yapan bir Rus hava yolu şirketinde çalışmaya başladığını, oradan Çelebi Yer Hizmetleri Şirketine geçtiğini anlattı. Burada 6 yıl çalıştıktan sonra İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanında havacılık müdürlüğü yaptığını belirten Halvaşi, "Ticari havacılık direktörlüğü görevine getirildim. Daha sonra Rusya'dan teklif aldım. Şimdi Saint Petersburg Pulkovo Havalimanı'nda ticaretten sorumlu genel müdür yardımcısıyım." bilgisini verdi. İstanbul'dan Rusya'ya uzanan iş yaşamının hiç planlamadan gerçekleştiğini aktaran Halvaşi, İstanbul'a gitmeyi hayal bile etmediğini, aslında Moskova'da okumayı düşündüğünü, 1990'lı yıllarda Rusya'da durumun karışık olması nedeniyle babasının kendisini Türkiye'ye gönderdiğini söyledi. Halvaşi, şu an görev yaptığı havalimanından Türkiye'den yapılan uçuşların kendisini çok mutlu ettiğini kaydederek, "Buraya uçanlar benim çok yakın bildiğim şirketler ve kurumlar. O yüzden her seferinde Türkiye'den yeni bir uçuş başladığında çok gururlanıyorum. İki ülke arasında seferlerin artması için de elimden gelen desteği veriyorum." diye konuştu. Türkiye'yi ve İstanbul'u çok özlediğini dile getiren Halvaşi, "Keşke olsa da yesem" dediği ve unutmadığı bazı yemekler bulunduğunu anlattı. Halvaşi, Türk insanının oldukça güler yüzlü ve cana yakın olduğuna dikkati çekerek, Rus ve Türk kültürünün aileye ve ilişkilere verdiği değerler anlamında birbirine çok benzediğini vurguladı. Türk insanını Saint Petersburg'a davet eden Halvaşi, "Burası Rusya'nın kültür başkenti. Çok fazla müze ve tiyatro var. Dünya birincisi olduğu birçok alan var. Genel olarak şehir çok güzel. Burada beyaz geceler var. Yaz aylarında hava uzun bir süre kararmıyor. Çok güvenilir bir şehir ve çok rahat gezebileceğiniz bir ülke." ifadelerini kullandı. "İstanbul Havalimanı, Rus yolcuların dünyaya açılan kapısı" İstanbul ve Saint Petersburg arasındaki seferlerin Ruslar için dünyaya açılan kapı olduğunun altını çizen Halvaşi, şunları kaydetti: "Saint Petersburg ile İstanbul arasında THY'nin 3, Pegasus'un 1, AJet'in 1 seferi olmak üzere günde 5 uçuşumuz var. Bunu 6'ya çıkarmak için çalışıyoruz. Antalya, Bodrum, Dalaman destinasyonlarına da uçuşlarımız var. Ağırlıklı olarak Rus yolcuları taşıyorlar ve aktarma oranı İstanbul'dan yüzde 65 civarlarında. Aslında İstanbul Havalimanı, Rus yolcuların dünyaya açılan kapısı. Türkiye pazarına Rusya çıkışlı çalışıyoruz ama hedefimiz buraya daha fazla Türk turist getirmek."

  • Yaşadığı zorluklara rağmen soyadı gibi yılmadı, hayata tutundu

    Son dört yılda inşaattan düşen, Kovid-19'a yakalanan, karbonmonoksitten zehirlenen, trafik kazası ve 3 kez kalp krizi geçiren Gaziantepli Halil Yılmaz'a son olarak Multiple Skleroz (MS) teşhisi konuldu. Gaziantep'te yaşayan 57 yaşındaki Halil Yılmaz, son 4 yılda inşaattan düşmesine, Kovid-19'a yakalanmasına, karbonmonoksitten zehirlenmesine, trafik kazası ve 3 kalp krizi geçirmesine, Multiple Skleroz (MS) hastalığına yakalanmasına rağmen azimle yaşamını sürdürüyor. Yaklaşık 4 yıl önce Tekirdağ'ın Şarköy ilçesinde çalıştığı inşaatın üçüncü katından düşen kalıp ustası Yılmaz, kazanın ardından ağır yaralandı. Kazada göğsü, kaburgaları, kolu, boynu ve sırtında kırıklar oluşan Yılmaz, uzun süre yatalak kaldı. Tedavi sürecinin ardından tekerlekli sandalye ile hareket edebilecek duruma gelen Yılmaz'ın hayatı, kazanın ardından başka sağlık sorunlarıyla daha da zorlaştı. İnşaattan düştükten kısa süre sonra Kovid-19'a yakalanan Yılmaz, aynı ay içerisinde sobadan sızan karbonmonoksit gazından zehirlendi ve 4 gün yoğun bakımda tedavi gördü. Bu olaydan yaklaşık bir ay sonra geçirdiği trafik kazasında omzu ve kolu kırılan Yılmaz, sonraki süreçte 3 kez kalp krizi geçirdi, yapılan müdahaleyle yeniden hayata tutundu. Son olarak Multiple Skleroz (MS) teşhisi konulan ve yaklaşık 2 yıl yatağa bağımlı yaşayan Yılmaz, şu anda tekerlekli sandalye ile yaşamını sürdürüyor. Düzenli olarak Boccia oynuyor Arkadaşlarının tavsiyesiyle boccia sporu ile tanışan Yılmaz, zamanla kendini geliştirerek bu alanda önemli yol katetti. Şahinbey ilçesindeki Akkent Spor Salonuna haftanın belirli günlerinde düzenli olarak giden Yılmaz, burada hem spor yapıyor hem de sosyalleşme imkanı buluyor. Yılmaz, yakın zamanda düzenlenecek Türkiye genelindeki turnuvaya katılmak için yoğun şekilde hazırlanıyor. Yılmaz, yaptığı açıklamada, psikolojik olarak zor bir süreçten geçtiğini söyledi. Zamanının büyük bölümünü spor yaparak ve dışarıda vakit geçirerek değerlendirdiğini belirten Yılmaz, yeniden yürüyebilmek için azimle mücadele ettiğini dile getirdi. Evde ve spor salonunda fiziksel çalışmalarına devam eden Yılmaz, "Fizik tedavi ve düzenli sporla ellerimi yeniden hareket ettirmeye başladım. Şimdi yürüteç yardımıyla günde yaklaşık 150 ila 200 metre yürüyebiliyorum." dedi. Gaziantep ve İstanbul'da birçok doktora başvurduğunu belirten Yılmaz, doktorların yeniden yürüme ihtimalini düşük gördüğünü ancak azimle mücadele ettiğini, destek alarak da olsa adım atabildiğini ifade etti. Felç kaldıktan sonra hayatındaki tüm düzenin değiştiğini anlatan Yılmaz, şunları söyledi: "Düştükten sonra sağlığımı, işimi, gücümü ve maddiyatımı kaybettim. Evim, ocağım dağıldı. O dönem psikolojim de bayağı bozulmuştu. Şu an daha iyiyim, emekli aylığımla geçiniyorum. Hayat, mücadele işte. Mücadele ediyorum, yaşamayı ve daha iyi olmayı düşünüyorum. Beni hayata bağlayan sadece hırs oldu. Benim önceden çevrem çok genişti, eşim dostum çoktu, telefonlarım susmazdı. Düştükten sonra ne arayanım ne soranım var. Ben de bu yüzden hırs yaptım, tekrar yürüyeceğim."

  • Çadırda başladığı yumurta üretimini tesiste sürdüren girişimci talebe yetişemiyor

    Kışın sert ve uzun geçtiği şehirlerden Erzurum'da çadırda başladığı yumurta üretimini tesiste sürdüren girişimci talebe yetişemiyor. Aziziye ilçesi Adaçay Mahallesi'nde yaşayan, biri kız 3 çocuk babası Özhan Ceylan, yaklaşık 10 yıl önce mahallesinde kurduğu 210 metrekarelik çadırda 300 tavukla başladığı kümes yumurtacılığını tesise dönüştürmek istedi. Üretimini artırmayı hedefleyen Ceylan, yaklaşık bir yıl önce aynı yere 500 metrekare kapalı alanda betonarme yapıda tesis kurdu. Tavuk sayısını 7 bine çıkaran Ceylan, bakım, besleme, etiketleme ve toplama işlerinde kendisine destek olan çocuklarıyla günlük 5 bin yumurta üretiyor. Ürettiği yumurtaları Erzurum ve çevre illerdeki marketlere pazarlayan ve talebe yetişmekte zorlanan Ceylan, tesisteki tavuk sayısını 20 bine çıkarıp pazar ağını genişletmeyi hedefliyor. "Yerimiz olmadığı için tavukçuluğa çadırda başladık" Özhan Ceylan, yumurta ve tavukçuluk işine çocukluk döneminden beri ilgi duyduğunu söyledi. Bu işin ata mesleği olduğunu ifade eden Ceylan, "Hikayemiz çok uzun, bu iş ortaokulda başlayan sevdadır bizde. Öncelikle tavukçuluğa yerimiz olmadığı için çadırda başladık. Çok soğuk olduğunda tavukları üşüttük, yazın da sıcaktan zayiatlar oldu ve verimde düşüş yaşandı. Zarar ettiğimiz günler oldu ama azmin gücüyle işimizin peşini hiç bırakmadık. 20 bin kapasiteli betonarme yer yaptık, Allah'ın izniyle yakında bu sayıya çıkacağız." dedi. Ceylan, kendi çaba ve girişimleriyle kurduğu tesiste tavuklarını soğuktan koruduğunu ve üretiminin de arttığını anlattı. Çetin kış şartlarına rağmen uzun yıllar çadırda yumurta üretirken çok zorluk çektiklerini dile getiren Ceylan, "Kapasitemiz az olduğu için şimdilik taleplere cevap veremiyoruz ama tam 20 bin tavuk kapasitesiyle çalıştığımızda talepleri karşılayacak duruma geleceğiz. İnsanların süt ve et isteği olunca yumurtanın yanı sıra hayvancılığa da başladık. Üretim için gerekli tüm sertifikalarımız, belgelerimiz var." diye konuştu. "Erzurum şartlarında soğuğa göğüs gerdik" Ceylan, yumurtaları Artvin, Erzincan, Trabzon ve Rize gibi çevre illerdeki bazı müşterilerine gönderdiklerini belirterek, 20 bin tavukla üretim için zamana ihtiyacının olduğunu dile getirdi. Bu işi ailecek yapmanın önemine değinen Ceylan, "Yıllarca bu işi yaptığımız için müşteri potansiyelimiz gelişti ama biz Erzurum şartlarında soğuğa göğüs gerdik ve istediğimiz hedeflere tam ulaşamadık. Hedeflerimiz büyük. Özellikle tavukçuluk, canlı hayvancılık yapmak tek adam işi değil." ifadelerini kullandı. Ceylan'ın kızı Saliha Berra da çadırda üretim yaptıklarında imkanların çok kısıtlı olduğunu, şimdiki tesiste daha çok ve rahat üretim yaptıklarını söyledi. Kardeşleriyle babasına yardım ettiklerini dile getiren Ceylan, "İşimiz genellikle tavukların yumurtasını ve etrafı toplamak. Bu işi seviyorum. Bana düşen her işi yaparım, etiketlemeden temizliğe kadar iş yaparak babama yardım ediyorum." ifadelerini kullandı.

  • Üniversite öğrencilerinin geliştirdiği otonom tarım robotu "Bögü" seri üretim için gün sayıyor

    Ankara Üniversitesi öğrencilerinin geliştirdiği tarladaki yabancı otları tanımlayıp ilaçlayan otonom tarım robotu "Bögü"nün TürkTraktör tarafından iki yıl içinde seri üretiminin yapılması planlanıyor. Tarımda dijitalleşmenin önemi her geçen gün artarken, bu sektörde de yeni teknolojilere ihtiyaç duyuluyor. Ankara Üniversitesi Tarım Makineleri ve Teknolojileri Mühendisliği Bölümü öğrencilerinin kurduğu YASUN Takımı, AR-GE çalışmaları yürüterek tarımda dijitalleşmeye katkı sağlıyor. Öğrencilerin geliştirdiği insansız otonom tarım robotu Bögü, görüntü işleme teknolojisiyle yabancı otlarla kültür bitkilerini ayırt edebiliyor. Tarlada sadece yabancı otlara ilaç püskürten Bögü, bitkilere ve toprağa zarar vermeden tarım arazilerini koruyor. Ayrıca ilaç maliyetlerinin azaltılmasına da yardımcı oluyor. "Dijitalleşmeyi sektöre yansıtıyoruz" Ankara Üniversitesi Tarım Makineleri ve Teknolojileri Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet Çolak, yaptığı değerlendirmede, tarımda çok hızlı gelişmelerin yaşandığını ve akıllı tarım kavramının ortaya çıktığını söyledi. Akıllı tarımda, sensörler, coğrafi bilgi sistemleri ve iklimin birlikte yönetildiğini anlatan Çolak, "Türkiye su fakiri bir ülke. Suyun çok akılcı kullanılması lazım. Tohumun, gübrenin, ilacın atılması da değişken miktarlarda uygulanması gereken bir şey. Bu da teknoloji gelişimini gerektiriyor. Bütün bunları bir arada yönetebilmek için çok sayıda dijital unsur devreye girmiş durumda. Veri yönetimi son derece önemli." diye konuştu. Pancar ve havuç hasadından, ekim ve toprak işlemeye kadar birçok alanda makine geliştirdiklerini belirten Çolak, otonom makinelerle, sera ve tarla robotlarının da bu teknolojilere eklendiğini kaydetti. Çolak, yeni tarım teknolojilerine ilişkin bilgi vererek, şöyle konuştu: "Görüntü işleme teknikleri, veri yönetimi kaynaklı bulut sistemi, yapay zeka sistemleri, makine öğrenmesi, derin öğrenme, makine görüsü ve görüntü işleme teknikleriyle, ürün, hasat zamanı, rekolte, hastalık ve zararlı belirleme gibi işlemler tamamen elektronik gözlerle yapılıyor. Biz tarımda bu noktaya doğru gidiyoruz. Türkiye'de bizim alanımızda çalışan tüm akademisyenler, dünyadaki teknolojik gelişmeye ayak uydurmaya ve ülkemiz tarımını da bu şekilde modernize etmeye çalışıyor." "Seri üretime geçecek" Üniversite takımıyla 2022'de TEKNOFEST'e katıldıklarını ve bu etkinliğin kendilerine çok şey öğrettiğini dile getiren Çolak, sözlerini şöyle sürdürdü: "Orada YASUN Takımı'mızın Bögü makinesi görücüye çıktı. Bu araç, tarlada bitkiyi ve yabancı otu ayırt ederek, sadece yabancı otu ilaçlayan, ona ilaç püskürten bir sistem, görüntü işleme teknolojisi kullanılarak yarı otonom olarak geliştirildi. Daha sonra yapılan çalışmalarla beraber TürkTraktör firması bu projedeki 5 mezunumuzu istihdam ederek onlara özel bir AR-GE birimi kurdu. Bu özel AR-GE biriminde bu Bögü ile başlayan süreç artık bir tarla robotuna dönüştü. Firma kendi markasıyla iki yıl içerisinde seri üretime geçecek ve artık Türkiye tarımında bizim tarımsal alanlarımızda bu robotlar devreye girecek." Çolak, hayvancılıkta da yem, süt sağım ve buzağı besleme robotları gibi çok sayıda cihazın devreye alındığını anlattı. Meyve ağaçlarında tozlaşma sorununa karşı dronlarla tozlama yaptıklarını ifade eden Çolak, dron teknolojisinin dijitalleşmenin önemli bir ayağı olduğunu ve bu kameralarla arazide önemli veriler elde ettiklerini söyledi. Çolak, bu yıl düzenlenecek TEKNOFEST'te de boy göstereceklerine işaret ederek, "Bir grup öğrencimiz, çevre kontrol ve veri toplama sistemleriyle bu yıl TEKNOFEST'e katılıyor. Biz de akıllı sulama sistemleriyle katılıyoruz." dedi. Öğrencilerin yeni projesi "Ekinazör" Bir öğrenci ekibinin de "Ekinazör" adını verdikleri sistem üzerinde çalıştığını bildiren Çolak, "Burada ilaç püskürtme yok, çapa var. Bu çapa, yabancı otu görünce çok hızlı biçimde hareket ediyor. Yine görüntü işleme sistemi, makine öğrenmesi var. Yabancı otların hangileri olduğunu sistemin tanıyabilmesi lazım. Sistem, hızlı biçimde çapayla bitkiyi köküyle birlikte topraktan uzaklaştırıyor. Burada su yönetimi çok önemli. Su yönetimi konusunda akıllı sistem geliştirmeye çalışıyor öğrencilerim." ifadelerini kullandı. Çolak, bu teknolojilerin geliştirilmesinde gençlere güvenerek, onlara her türlü imkanının sağlanması gerektiğini belirterek, şunları kaydetti: "Burada inovasyon ve akran eğitimi birimi kurduk. Dekanlığımız, rektörlüğümüz destekler veriyorlar ama yeterli değil. Daha fazlasını öğrencilerimiz bizlerin de desteğiyle sponsor aracılığıyla buluyor. Firmalarımıza sesleniyorum, bütün üniversitelerimizde benzer çalışmalar var, hepsine destek olsunlar. Gençlik gerçekten çok önemli, yazılım konusunda dünyayla rekabet edebileceğimiz zeki bir kitleye sahibiz. Devlet yönetimimizden de sektörümüze destek bekliyoruz. Tarıma da artık teknoloji damgasını vurdu."

  • Tekirdağlı Bahattin amca kitap sevgisiyle çevresine örnek oluyor

    Tekirdağlı 82 yaşındaki Bahattin Moralar, kitap okuma aşkıyla çevresine ilham veriyor. Çocukluk yaşlarından itibaren kitap okumaya başlayan Moralar, ilerleyen yaşına rağmen her gün düzenli kitap okuyor. Yahya Kemal Beyatlı Kültür Merkezindeki kütüphanenin müdavimlerinden olan Moralar, çevresindeki gençlere de örnek oluyor. Moralar, Türkiye'nin çeşitli illerinde öğretmenlik yaptığını ve emekli olduktan sonra da kitap okumayı bırakmadığını söyledi. Kitap okuyan birini gördüğünde o kişiye imrendiğini belirten Moralar, herkesin her fırsatta kitap okuması gerektiğini dile getirdi. Sadece evde veya kütüphanede değil gittiği her yerde kitap okuduğunu anlatan Moralar, "Avrupa'da insanlar metroda, toplu taşıma araçlarında en kısa mesafede bile kitabını açıyor ve bir şeyler okumaya çalışıyor. Deniz kenarına sabah erken giderek, kumda güneşlenirken kitap okuduğumda farklı tepkiler alıyorum. Başka okuyan olmuyor. Çoğu toplanıp sohbet ediyor." diye konuştu. Genç zihinlerin yeni bilgiler keşfetmesi gerektiğini vurgulayan Moralar, sağlığı yerinde olduğu sürece kütüphane içerisinde gençlere örnek olmaya çalışacağını anlattı. Kitap okumanın insanın dünyasında farklı bir pencere açtığını vurgulayan Moralar, konuşmasına şöyle devam etti: "Sadece nasihatle bu olmuyor. Kitap okuyarak örnek olmak gerekir. Değişik kitaplardan gençlerin yanında bahsederek onların iştahını kabartabiliriz. Yoksa çok 'kitap okuyun' demekle olmuyor. İnsan, bir kitabı okuduğunda onun etkisinde kalıyor hatta zamanla okuduklarını kendi yaşantısına adapte ediyor. Farklı kitaplar, farklı dünya görüşleri kazandırıyor. Bu durum gençler için de önemli bir örnek teşkil ediyor. Okudukça bunun farkına varıyorlar." Moralar, okuduğu kitapları tekrar tekrar okumamak için not aldığını ve özetler çıkarttığını belirtti. Kütüphane Müdürü Hamide Çakır da Bahattin Moralar'ın kütüphaneden en çok kitap alan okurlardan olduğunu belirtti. Çakır, Moralar'ın ilerlemiş yaşına rağmen kitap sevgisiyle gençlere ve çocuklara örnek olduğunu ifade etti.

  • Babalarının bitmeyen miras davası üç kardeşi de avukat yaptı

    Kırklareli'nde yaşayan üç kardeş, çocukluk yıllarında babalarının uzun süre sonuçlanmayan miras davasından etkilenerek hukukçu olmaya karar verdi. Abdullah (32), Ahmet (31) ve Fatih Kastar (27), babaları Cihangir Kastar'ın miras paylaşımına ilişkin dava sürecine yıllarca şahitlik etti. Çocukluk yıllarındaki bu süreç, kardeşlerin meslek seçimlerinde belirleyici oldu. Abdullah ve Ahmet Kastar, İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi Hukuk Fakültesinden, Fatih Kastar ise İstanbul Beykent Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu. Hukuk eğitimlerini tamamlayan üç kardeş, Kırklareli Barosuna kayıtlı avukatlar olarak meslek hayatlarını sürdürüyor. Kırklareli kent merkezinde 2018'de Kastar Hukuk Bürosunu kuran kardeşler, aynı ofisi paylaşarak hizmet vermeye devam ediyor. "Avukatlık çok sosyal bir meslek" Abdullah Kastar, kardeşleriyle aynı meslekte olduğu için mutlu olduğunu söyledi. Çocukluk döneminde babasının miras paylaşımı davalarına tanıklık ettiklerini dile getiren Kastar, o dönemlerde hukuk okuma ve avukat olma isteği düşüncesi olduğunu anlattı. Kardeşlerini de bu yönde etkilediğinden bahseden Kastar, şöyle konuştu: "Kardeşlerimle aynı ofisi paylaşıyoruz ve avukatlık bizim için 'aile mesleği oldu' diyebiliriz. Avukatlık çok sosyal bir meslek. Her yerde işiniz var, yani sadece adliyede, mahkemelerde, icra dairelerinde değil. SGK'ya, tapu kadastro müdürlüğüne gidiyorsunuz, belediyeler, valilikler, ticaret il müdürlükleri, hukukun ve problemin olduğu her yerde aslında avukatlık var. Kardeşlerimizle çeliştiğimiz taraflar oluyor. Çok nadir CMK (Ceza Muhakemesi Kanunu) görevlendirmeleri dediğimiz zorunlu müdafilik görevlendirmelerinde karşı karşıya gelmedik ama aynı dosyada sanık müdafisi olarak görev aldık. Diğer konularda bir dosya hakkında fikir alıp tartışıyoruz. Bazen üçümüz farklı bir şey söylüyoruz, bazen ikimiz aynı, diğerimiz başka bir şey söylüyoruz. Onun neticesinde tartışıp bir dosyada karara varıyoruz." Babasının ilk miras davasının 1994'te başladığını ve 2010'da sonuçlandığını, buna bağlı olarak ikinci miras davasının ise 2016'da başlayıp 2019'da sonuçlandığını anlatan Kastar, davanın görüldüğü mahkemece yazılı sundukları bazı taleplerinin kısmen kabulüyle lehine sonuçlandığını kaydetti. Kastar, ayrıca babasının 2016'da açılan ve 2024'te sona eren kira davasında da vekil olarak yer aldığını bildirdi. "Doğumumuzdan önce açılan dosyalar, bizimle beraber son buldu" Ahmet Kastar da ağabeyinin meslek edinme anlamında kendilerine yol açtığını belirtti. Babalarının miras davasının kendilerinde ayrı motivasyon kaynağı oluşturduğunu vurgulayan Kastar, kardeşleriyle aynı meslekte olmanın gururunu yaşadığını dile getirdi. Avukat olduktan sonra babalarının devam eden miras davasına müdafi olarak katıldığını aktaran Kastar, "Ağabeyimin bize yol açması ve bizim de heveslerimiz neticesinde öyle bir yola baş koyduk. Bunda babamın davalarının olması bize ayrı motivasyon kaynağı oldu. Hatta en son davayı abimle biz bitirdik. Doğumumuzdan önce açılan dosyalar, bizimle beraber son buldu. Abimin bize açtığı yolda bu mesleğe devam ediyoruz." şeklinde konuştu. Ağabeyi ve kardeşiyle aynı ofisi paylaşmanın zorlukları ve güzel yanlarının olduğunu ifade eden Kastar, meslekte en önemli olan güven duygusunu rahatça yaşayabildiğini söyledi. Fatih Kastar ise büyüklerinden özenerek meslek edinme sürecinde avukatlığı tercih ettiğini anlattı. Kentte 2,5 yıldır avukatlık yaptığını ifade eden Kastar, ilk dosyasında da ağabeyiyle aynı sanığın avukatı olarak duruşmaya katıldığını kaydetti.

  • Evliya Çelebi'nin ilk yolculuğundan 385 yıl sonra aynı rotayı gezerek fotoğrafladı

    Seyahat tutkusuyla 17 yıldan uzun süredir yurt içi ve yurt dışına düzenli geziler yapan Seymen Bozaslan, Evliya Çelebi'nin "Seyahatname" eserinden yola çıkarak Türkiye'de 74 şehri yeniden gezerek fotoğrafladı. "Evliya Çelebi fotoğraf çekse nasıl olurdu?" düşüncesiyle, Çelebi'nin ilk yolculuğundan 385 yıl sonra aynı rotayı takip eden Bozaslan, "21. Yüzyılda Evliya Çelebi'nin İzinde" adlı çalışmayı hazırladı. Bozaslan, hazırlıkları yaklaşık 17 ay süren kitapta, Evliya Çelebi'nin 17. yüzyılda ziyaret ettiği yerleri tek tek bularak, fotoğraf makinesiyle kayda aldı ve gözlemler yaptı. Türkiye'de 74 şehirde 1200'den fazla yerin anlatıldığı eserde, Evliya Çelebi'nin eliyle çizdiği düşünülen Fırat ve Dicle haritası ve okurların 74 şehirde rota oluşturabileceği Google Maps QR kodları yer alıyor. Altın Kitaplar Yayınevi'nden çıkan ve 800'den fazla fotoğrafın bulunduğu kitapta ayrıca Seyahatname'deki yerlerin bugüne kadar geçen sürede başına gelen hikayeler de aktarıldı. "74 şehirde Evliya Çelebi'nin izinde fotoğraf çektim" Seymen Bozaslan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, eserini yakın zamanda kaybettiği babası Haci Bozaslan'a ithaf ettiğini söyledi. Bugüne kadar 55'e yakın seyahatname okuduğunu kaydeden Bozaslan, son olarak da Evliya Çelebi'nin yakın zamanda günümüz Türkçesine çevrilen Seyahatname eserini okuduğunu kaydetti. Bozaslan, Seyahatname'nin İstanbul'a dair olan birinci cildini okuduktan sonra kitaptaki birçok yerin halen ayakta olduğunu fark ettiğini belirterek, şu bilgileri verdi: "Bu çok ilgimi çekti. Birinci cildi bitirdikten sonra, 'Bunu aslında bir proje haline getirebiliriz ve fotoğraflı bir seyahatname olabilir.' dedim. 'Evliya Çelebi fotoğraf çekse nasıl olurdu?' düşüncesiyle tekrar Seyahatname'yi okumaya giriştim. Bu sefer yerlerin altını çizmeye başladım. Çizdiğim yerlerin Google Maps'te haritalamasını yaptım ve Evliya Çelebi'nin İstanbul'da gittiği ve yazdığı yerleri tek tek pinleme şansım oldu. Sonrasında da bu yolculuğa çıkarak Evliya Çelebi'nin İstanbul haritasında uğradığı bütün yerleri tek tek bulup fotoğrafladım, kayda aldım. Onun yazdığıyla benim gördüğüm arasındaki farkı gözlemledim. Yani iki seyyah olarak 350-400 yıl sonra nelere hangi gözle farklı baktığımızı fark ettim. Sonrasında bunu Türkiye'ye yaydım ve 74 şehirde Evliya Çelebi'nin izinde onun unuttuğu bir şey yaptım, fotoğraflar çektim." "Rotanın bir kısmı atla gerçekleşti" Seyahatname'den yola çıkarak Türkiye'de 1200'den fazla noktayı tek tek bulup fotoğrafladığını dile getiren Bozaslan, "Ama kitaba hepsini koymadım. Kitapta 800'den fazla yerin fotoğrafı var. Onun da sebebi, kitabın sayfa sayısı çok artıyor, daha ağır hale geliyordu. O yüzden bir yerde durdum ama hemen hemen her yeri kayıt altına aldık." dedi. Gezgin Bozaslan, proje kapsamında öncelikle Evliya Çelebi ile empati kurmaya çalıştığını söyleyerek, şöyle devam etti: "Rotada, Kahramanmaraş Başkonuş Yaylası'nda 20 kilometrelik kısım atla gerçekleşti. Çünkü Seyahatname'de Çelebi, çok fazla şey anlatıyor. 'Sık bir ormana girdim ve ağaçların tepesinde haramiler olma ihtimali beni çok korkutuyordu.' diyor. Ben de acaba öyle bir şey yaşayacak mıyım diye ne hissettiğini anlamak istedim ve bu yüzden bazı yerlerde orman içerisinde atla yolculuk yaptım. Onun dışında İstanbul'da rüyasını gördüğü Ahi Çelebi Camii'nden rotaya başladım. İlk yolculuğu Bursa'ya yaptım ve devamında Kilis'e yakın bir yerde ben de bitirdim. Zaten o da Seyahatname'de Kilis'ten sonra Hac rotasına Suriye'ye geçiyor." En çok vakti İstanbul, Bursa, Edirne Manisa, Amasya, Tokat ve İzmir'in Tire ilçesinde geçirdiğini aktaran Seymen Bozaslan, "Bu bölgelerde çok fazla gözlemim var. Bazen Çelebi ile farklı şeyler de gördük. Mesela Manisa Akhisar'da Paşa Camii ve Paşa Hamamı'ndan bahsediyor. 'Bu iki yapı yan yanadır. Karşılarında bir yeşil alan vardır. İnsanlar burada satranç oynar.' diyor. Ben gittiğimde hamam var, cami var, yeşil alan var ama şimdi herkes telefonla oynuyor. Bunun gibi ilginç gözlemler yapma fırsatı bulduk." diye konuştu. 74 şehirde 27 bin kilometre yol yaptı Genç seyyah, Prof. Dr. Zekeriya Kurşun ve Prof. Dr. Celal Şengör'ün kendisine bu projede destek verdiğini belirterek, "Onların arşivlerinden, fikirlerinden faydalandım. Akademik olarak oradan beslendim diyebilirim." ifadesini kullandı. Günde yaklaşık 8 saat araç kullanarak, 74 şehirde 27 bin kilometreden fazla yolculuk yaptığını belirten Bozaslan, "Galiba bu projede çektiğim fotoğraf 50 bine yaklaştı. 5 binden fazla da video var. Birçok kaleyi, camiyi dron ile çekme fırsatı buldum. Yani eserleri hem yerden hem havadan görüntüledim." dedi. Seymen Bozaslan, Evliya Çelebi'nin eliyle çizdiği düşünülen iki harita olduğuna da değinerek, şunları aktardı: "Bu haritalardan bir tanesi Katar Ulusal Kütüphanesi'nde, bir tanesi de Vatikan'da. Vatikan'daki Nil Nehri'ni gösteriyor. Katar'daki ise Fırat ve Dicle hattını gösteriyor. Yani Erzurum'dan başlayıp Körfez'e kadar inen hattı gösteriyor. Evliya Çelebi'nin zaten seyahat yaparken en çok dikkate aldığı, özen gösterdiği kısım nehir boylarını takip etmek. Yolculuklarına o hatta devam ediyor. Çünkü daha kolay ve daha ulaşılabilir olduğu için su kaynaklarının kenarında yolculuklar yapıyor. Bu harita için projemi, Katar Ulusal Kütüphanesi'ne anlattım ve dijital kopyasını aldım. Kitapta da bunu okurla buluşturuyoruz. Evliya Çelebi'nin çizdiği harita, benim çektiğim fotoğraflar, onun yazdığı metinler, benim sonrasında aynı yerleri ziyaret edip gördüğüm kısımlardaki araştırdığım kaynakların hepsi birleşti. 21.Yüzyılda Evliya Çelebi'nin İzinde kitabı ortaya çıktı diyebiliriz." "Kimliğini taşıdıkları coğrafyanın geçmişini tanısınlar istiyorum" Kitapta dijital entegrasyon olduğunu da vurgulayan Bozaslan, "Benim bir önceki kitabım '100. yılında Türkiye Seyahatnamesi' de dijital entegrasyonlu bir seyahat kitabıydı. Bunda da QR kodlar var. Okur, 74 şehirde Evliya Çelebi'nin ziyaret ettiği ve not aldığı yerlere, şehir üzerindeki QR kodlar sayesinde ulaşabiliyor." açıklamasını yaptı. Bozaslan, projenin amacına ilişkin de şunları anlattı: "İnsanlar gezerken, seyahat ederken bilinçli turizmin farkına varsın ve gittikleri yere anlam yükleyebilsinler istiyorum. Yanından geçtiği binayı, camiyi, köprüyü hem tanısın hem de hikayesini öğrensin, kimliğini taşıdıkları coğrafyanın geçmişini tanısınlar istiyorum. Osmanlı coğrafyasında Evliya Çelebi çok önemli kaynaklar çıkardı. Çok önemli datalara sahip. Bunları ben de günümüze daha anlaşılır bir şekilde fotoğraf enstrümanıyla anlatmak istiyorum. Şu anda 'Evliya Çelebi'nin Türkiye'sini yaptım ama sponsor açığımı kapatabilirsem uzun vadede Osmanlı coğrafyası düşüncem var ve yapabilirsem çok güzel olur." Kitabı sanki Evliya Çelebi ile yazmış gibi hissettiğinin altını çizen Bozaslan, "Çünkü kitabın bir kısmı Seyit Ali Kahraman'ın çevirisi sayesinde Evliya Çelebi'nin Seyahatname notlarını kapsıyor. Bir kısmı ise benim Evliya Çelebi'nin sayesinde okuyup gittiğim lokasyondaki o yapının tarihi geçmişi. 17. yüzyıldan 21. yüzyıla kadarki sürede yapının başından geçen deprem, yangın ve restorasyonla ilgili kaynakları bulup yazdığım, eklediğim bilgiler var." şeklinde konuştu. Bozaslan, sonraki aşamada Türkiye'deki kaleler üzerine bir kitap çalışması yapabileceğini sözlerine ekledi.

Arama Yap

bottom of page