top of page

Boş arama ile 777 sonuç bulundu

  • Baba mesleği kalaycılığı 57 yıldır sürdürüyor

    Zonguldak'ın Çaycuma ilçesinde yaşayan 71 yaşındaki kalaycı ustası Alim Amir Keçeci, babasından öğrendiği mesleği ondan kalan 20 metrekarelik dükkanda yaşatmaya çalışıyor. Perşembe beldesinde ikamet eden 4 çocuk babası Keçeci, maden ocağında çalışırken göçükte kaldıktan sonra işçiliği bırakıp kalaycılık yapmaya başlayan babası Kamil Keçeci'nin yanında çocuk yaşta meslek öğrenmeye başladı. Zamanla kendini geliştiren ve beldenin aranan ustalarından biri haline gelen Keçeci, müşterilerinin getirdiği mutfak eşyalarını geleneksel yöntemlerle kalaylayarak yeni görünüme kavuşturuyor. Sabahın erken saatlerinde açtığı iş yerinde ocağın başına geçen Keçeci, elinden geldiğince mesleğini sürdürmek istiyor. "Bir meslek yok oluyor" Alim Amir Keçeci, mesleğe çekirdekten başladığını, eskiden gece gündüz çalıştıklarını, şu an pek iş yapamadıklarını söyledi. Keçeci, mesleği sevmenin ve alın teriyle para kazanmanın değerli olduğunu kaydetti. Her mesleğin kendine göre zorluklarının olduğunu anlatan Keçeci, "Bir meslek yok oluyor. Bizden sonra öğrenen de yok. Üretmeyince tüketemezsin. Bazı zamanlar temiz elbisemi giyip dışarı çıkıyorum. Vakit geçiremeyince yeniden iş elbisemi giyiyorum. Hemen dükkanda kendime iş buluyorum ve zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum. Hem iş hem de ekmek." diye konuştu. Eski günleri özlediğini dile getiren Keçeci, eskiden günde 150-200 parça tabak, tencere kalaylayıp müşteriye teslim ettiklerini ifade etti. Keçeci, çırak yetiştirememenin üzüntüsü yaşadığını belirterek, mesleğini elinden geldiğince sürdürmek istediğini sözlerine ekledi.

  • Ceviz kabuğu ve atık malzemelerle minyatür hediyelik eşyalar tasarlıyor

    Kırklareli'nin Babaeski ilçesinde yaşayan ortopedik engelli 63 yaşındaki Melih Akın, ceviz kabukları ile geri dönüşüm malzemelerini kullanarak hediyelik eşyalara dönüştürüyor. Milli Eğitim Bakanlığında memur olarak görev yapan Akın, 25 yıl önce emekli olarak Babaeski ilçesine yerleşti. Boş zamanlarını değerlendirmeye karar veren Akın, Babaeski Gençlik Merkezi'ne gelerek dedesi ve babasından öğrendiği ceviz işleme sanatını burada sürdürüyor. Cevizlerin bir bölümünü keserek içlerini boşaltan Akın, ceviz kabuklarından bağlama, kuş, kuş yuvası ve çanta gibi süs eşyaları üretiyor. Akın, bazı ceviz kabuklarının içerisine ise atık malzemelerden ürettiği meyve, kuş ve tarihi yapılar gibi minyatür figürleri yerleştiriyor. Melih Akın, yaşamı boyunca sanatın içinde olduğunu, hobi olarak başladığı çalışmasının büyük beğeni gördüğünü söyledi. Dünyayı ceviz kabuğuna sığdırmaya çalıştığını anlatan Akın, "Hareket kısıtlılığımdan dolayı, yaşımız da geldi, dünyamı daha küçültmek istedim. Bazı ürünleri biraz daha minyatür hale getirip, hani derler ya 'Ceviz kabuğunun içine ne sığar?' ben de 'Şu cevizin içi ne kadar geniş, biz oraya bir şeyler koyalım' diye düşündüm. Ceviz kabuğunu zedelemeden açarak içine bir dünya yerleştirdim. Cevizin kapısı açıldığında orada nelerin yaşandığını, nelerin olabileceğini cevizin içine aktarmak istedim." diye konuştu. Gelecek nesillere örnek olmak ve anlamlı bir sergi açmak için çalıştığını dile getiren Akın, atık malzemeleri kullanarak geri dönüşüme dikkat çektiğini kaydetti. "Benim dünyam bu cevizin içinde" Akın, ceviz kabuğunu işlemenin 5-10 gün sürdüğünü, yaptığı çalışmaları hediye edip sergilediğini söyledi. Bugüne kadar 500'e yakın eser ürettiğini belirten Akın, yaptığı işin zor olduğu kadar da keyifli olduğunu ifade etti. Bu sanat sayesinde kendini zinde hissettiğini dile getiren Akın, şunları kaydetti: "Bu iş biraz sabır işi. Ben kullandığım malzemelerin hiçbirine para vermiyorum, bir bedel yok burada, bir emek var, bir sabır var. Sonuçta bu ceviz kabuğu yanacak, çöpe gidecek. Ben bunları değerlendiriyorum, içine ne varsa koyuyorum. Menteşe yapacaksam tel parçaları topluyorum, neyi görüyorsam atılmış, benim bir çantam var, onun içine atıyorum, sonra ayırıyorum. Ben cevizi işlerken başka hiçbir şeyi görmüyorum, işime odaklanıyorum, onun içine giriyorum sadece. Etrafımda ne oluyor, ne dönüyor hiç bilmiyorum. Yani biri seslense bana 'evet, evet' diyorum ama sonuçta dünyam onun içinde. O cevizin içinde o günü yaşıyormuş, o ortamda bulunuyormuş gibi hissettiğinizde sonuca varıyorsunuz. Benim dünyam bu cevizin içinde."

  • Kayınvalidesinden öğrendiği tandır böreği 4 çocuklu anneyi girişimci yaptı

    Ankara'nın Çubuk ilçesinde kurduğu işletmede tandır böreği satan 4 çocuk annesi Hülya Elma, 20 hemcinsine de istihdam kapısı araladı. Hülya Elma (46), ilçede düğün, sahur ve iftar sofralarının vazgeçilmezi tandır böreği yapımını yıllar önce kayınvalidesinden öğrendi. Hem kazanç sağlamak hem de ürünü nesilden nesle aktarmak isteyen Elma, 2022'de Cumhuriyet Mahallesi'nde börek dükkanı açtı. Elma, yaptığı böreklere talebin armasıyla siparişlere yetişemeyince vardiyalı olarak 20 kadını da işletmesinde istihdam etti. İşletmesinde kıymalı, peynirli ve patatesli hazırladığı börekleri satan Elma, Ankara'nın çeşitli ilçelerinden gelen talebe göre pişirdiği ürünleri de alıcılarına ulaştırıyor. Zahmetli hazırlık süreci Hülya Elma, tandır böreğinin ilçenin sevilen lezzetlerinden olduğunu söyledi. Böreğin yapım aşaması hakkında bilgi veren Elma, şöyle konuştu: "İki kat incecik açılan yufkadan yapılır. Arası yağlanarak önce rulo şeklinde katlanarak bükülür, daha sonra da kesilip dik bir şekilde bastırılır. İçerisine isteğe göre kıyma, patates, peynir, soğan, maydanoz ve baharatlardan iç hazırlanır. Daha sonra üzerine yoğurt sürülür. İçerisine malzemesi konulan tandır böreği, ardından kısık ateşte saatlerce pişirilir, çıtır çıtır kızartılır." Elma, geçmişte tandırda lezzet bulan böreğin şimdilerde genellikle taş ya da elektrikli fırınlarda pişirildiğini ifade etti. İşletmede çalışan kadınlardan Havva Sağlam (50) da annesi ve babaannesinden öğrendiği böreğinin yapım aşamalarının zahmetli olduğunu dile getirdi. Elife Üce (45) ise annesinden özenerek pişirmeye başladığı böreğin yöreye özgü bir ürün olduğunu kaydetti.

  • Filistinlilere uygulanan baskıyı anlatan 'No Other Land' En İyi Belgesel Oscar'ını kazandı

    Filistinlilerin, İsrail işgali altındaki Batı Şeria'da bulunan Mesafir Yatta'da İsrail ordusunun uyguladığı yıkım ve sürgün politikasına karşı gösterdiği mücadeleyi anlatan 'No Other Land' (Başka Toprak Yok), ABD'nin Los Angeles kentinde düzenlenen törende 'En İyi Belgesel Oscar'ını kazandı. İsrailli ve Filistinli sinemacıların ortak çalışması olan bu belgesel, Batı Şeria'nın güney ucundaki Mesafir Yatta'da geçiyor. Filistinli aktivist Basel Adra'nın, İsrail ordusunun askeri eğitim bölgesi oluşturmak amacıyla başlattığı yıkımı, canı pahasına, belgeleme çabasını anlatan film 2019-2023 yıllarında geçen gerçek olayları aktarıyor. Adra, tanık olduğu bu yıkımı dünyaya duyurmaya çalışırken, İsrailli gazeteci Yuval Abraham ile tanışıyor. Çatışmanın iki tarafında doğan insanları, aynı yapımda bir araya getiren belgesel ekibinde Hamdan Ballal ve Rachel Szor da bulunuyor. Batı Şeria, 'Altı Gün Savaşları' olarak bilinen Arap-İsrail çatışması sonrası 1967 yılından bu yana İsrail ordusunun işgali altında bulunuyor. En İyi Belgesel ödülünü kazanan 'No Other Land' ekibi, Oscar töreninde Filistin halkına yönelik adaletsizliklerin sona erdirilmesi için çağrıda bulundu. Filistinli yönetmen Basel Adra, konuşmasında 'Dünyayı, Filistin halkının etnik temizliğini durdurmaya çağırıyoruz.' dedi. İsrailli yönetmen Yuval Abraham ise, 'Basel'e baktığımda kardeşimi görüyorum ama eşit değiliz.' ifadelerini kullanarak Filistin'deki duruma dikkat çekti. Belgesel, İsrail ordusunun Batı Şeria'daki Filistinlilere yönelik baskı ve zorunlu göç politikalarını gözler önüne seriyor. Filistinli ve İsrailli yapımcılardan duygu dolu ödül konuşması Basel Adra, ödül töreninde yaptığı konuşmada, 2 ay önce baba olduğunu belirterek, "Umudum, kızımın benim şu anda yaşadığım hayatı yaşamak zorunda kalmaması. 'No Other Land', onlarca yıldır katlandığımız ve hala direnmeye devam ettiğimiz acı gerçeği yansıtıyor." ifadelerini kullandı. Adra, dünyayı adaletsizliği ve Filistin halkına yönelik etnik temizliği durdurmak için gerekli adımları atmaya çağırdıklarını vurguladı. Yuval Abraham ise seslerinin dünyaya daha güçlü ulaşması için bu filmin, Filistin ve İsrail ortak yapımı olarak hazırlandığını söyledi. Abraham, 5 yıl süren belgesel yapım sürecinde aralarında sıkı bir bağ oluşan Filistinli arkadaşı Basel Adra'yı işaret ederek, "Basel'e baktığımda kardeşim gibi görüyorum ama eşit değiliz. Benim sivil yönetim altında özgür olduğum, Basel'in ise hayatını mahveden ve kontrol edemediği askeri yasalar altında olduğu bir rejimde yaşıyoruz." diye konuştu. Abraham, iki devlet çözümüne gönderme yaparak, "Etnik üstünlüğün olmadığı, her iki halkın da ulusal haklara sahip olduğu farklı bir yol, siyasi bir çözüm var." dedi. İsrailli film yapımcısı, "Buradayken (ABD), bu ülkedeki dış politikanın bu yolu engellemeye yardımcı olduğunu söylemek zorundayım." diyerek, iki devletli çözüme gidilmesi yolunda ABD’yi eleştirdi. Film, festivallerde büyük ilgi görerek gecenin favorilerinden biri olarak Oscar'a geldi. Film için 24 ülkede dağıtım anlaşması yapılmasına rağmen ABD'de belgesel için dağıtımcı şirket bulunamadı.

  • Tekstil fabrikasında topraksız tarımla marul yetiştiriyor

    Tekirdağ'da yaşayan 39 yaşındaki girişimci Gamze Çapkınoğlu, perde ve kumaş ürettikleri fabrikanın içerisinde kurduğu tesiste topraksız tarımla marul yetiştirerek çevre illere satıyor. Çapkınoğlu, tarım teknolojilerine olan merakı dolayısıyla, perde ve kumaş üretimi yaptıkları fabrikanın boş olan bir bölümünde topraksız tarım yapmaya karar verdi. Gerekli hazırlıkları yaparak tesisi kuran Çapkınoğlu, marul üretimine başladı. Marul yetiştiriciliğinde 11 kişiyi istihdam ediyor. Çapkınoğlu, kurduğu tesis ile sanayicilerin aynı zamanda tarımsal üretim de yapabileceğini gösterdiğini söyledi. Bir girişimci olarak üretmenin çok değerli olduğunu anlatan Çapkınoğlu, "Kullandığımız teknolojinin hepsi yerli. Bizim de amacımız, ülkemizin tarımda hak ettiği yere gelmesi için çalışmak." dedi. Çapkınoğlu, topraksız tarım tesisinde 11 kişiyi istihdam ettiğini belirtti. Türkiye'de tarım teknolojilerinin son dönemde oldukça geliştiğini ifade eden Çapkınoğlu, "1992 yılından bu yana fabrikada perde ve giyimlik kumaş üzerine üretim yapılıyor. Daha sonra dünyada tarım teknolojilerinde olan gelişmeler dikkatimizi çekti. Türkiye'de bu teknolojileri takip eden bir firmayla anlaştık ve tesisi kurma kararı aldık." diye konuştu. Çapkınoğlu, girişimcilere teknolojik gelişmeleri yakından takip etmeleri tavsiyesinde bulundu. Fabrika içerisinde kurduğu tesiste üretimini arttıracağını vurgulayan Çapkınoğlu, "13 dekar kapalı alanı bulunan fabrikamızın bir dekarına bu tesisi kurduk. 650 metrekaresinde üretim yapmaktayız. 2024'te tesisin kurulumu bitti. Kasım ayından beri İstanbul başta olmak üzere çevre illere satış yapmaktayız. Günde 3 bin ürün çıkarıyoruz. Bu bir başlangıç, hedefimiz 4 bine kadar çıkmak." ifadelerini kullandı. Çapkınoğlu, kurduğu tesisle diğer sanayicilere örnek olmak için çaba sarf ettiğini dile getirdi. Topraksız tarımla verimli, hijyenik, kontrollü ve tasarruflu bir tarım yapılabileceğini ifade eden Çapkınoğlu, şunları kaydetti: "Bu tesise doğada yapılan tarıma göre yüzde 95 daha az su kullanıyoruz. Bir marul üretebilmek için 200 mililitre su harcıyoruz. Dışarıda aynı miktarda ürün alabilmek için bunun yaklaşık 30 katı kadar bir alana ihtiyacımız var. Kapalı bir alanda olduğu için burada olumsuz hava koşulları veya zararlılardan bitkinin etkilenmesi söz konusu olmuyor. Zirai ilaç kullanımı olmadığından toprağımızı ve besinlerimizi de kirletmiyoruz."

  • Lise öğrencileri kenevir atığından "radyasyon geçirmeyen zırh" üretti

    Çorumlu lise öğrencileri, TÜBİTAK 56. Lise Öğrencileri Araştırma Projeleri kapsamında, Hint keneviri atığından plaka şeklinde "radyasyon geçirmeyen zırh" üretti. Çorum İnönü Anadolu Lisesi 11. sınıf öğrencileri Mert Ali Kulak ve Laysira Gencel, radyasyonun zararlı etkilerini kaldırmak için kullanılan kurşun zırhlamaya alternatif olarak kenevir atıklarından zırh üretmek için çalışma yürüttü. Öğrenciler, çalışmalardan elde ettikleri verileri "Hint Keneviri Bitkisinin Atık Gövdesinden Üretilen Kompozit Zırhın Mössbauer Spektrometresiyle Radyasyon Geçirimi" başlıklı proje haline getirerek TÜBİTAK'a başvurdu. Proje, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Mehmet Yalçın Taşmektepligil Kapalı Spor Salonu'nda gerçekleşen TÜBİTAK 56. Lise Öğrencileri Araştırma Projeleri Bölge Yarışması'nda sergilendi. Mert Ali Kulak, projeleriyle radyasyon önleyici, plaka şeklinde zırh oluşturduklarını söyledi. Nükleer ve radyasyon konusuna ilgi duyduklarını belirten Kulak, "Savunma alanında kullanılan Mössbauer Spektrometresi cihazı, metal alaşımları ve radyasyon ölçümleri yapabilme özelliğine sahip bir cihazdır. Türkiye'de iki adet bulunmakta. Hitit Üniversitesi ile bir savunma sanayi kuruluşunda bulunuyor. Bizler Hitit Üniversitesine yakın olduğumuz için böyle bir projeyi geliştirme kararı aldık." diye konuştu. Zırhı elde etmek için Amasya'nın Gümüşhacıköy ilçesinden elde ettikleri kenevir gövdesinin atık kısmını, şeffaf su bazlı ağaç tutkalıyla karıştırıp mengeneyle sıkıştırdıktan sonra kurumaya bıraktıklarını anlatan Kulak, şunları kaydetti: "Kurumuş malzememizi Mössbauer Spektrometresi sisteminde numune olarak hazırlamak için belirlenen ölçülerde kestik ve hazırladık. Kompozit kenevir malzememiz X ışınlarının yüzde 98'ini, gama ışınlarının ise yüzde 65'ini engelledi. Proje desteklendiği takdirde daha yüksek kalınlıkta ürettiğimizde gama ışını geçirim oranını çok daha azaltacaktır. Aynı zamanda kurşuna göre fiyatı çok daha ucuzdur." Kurşun zırhlamaya alternatif olarak ürettiler Öğrencilerden Laysira Gencel, projelerinin, x-ray cihazları ve mikrodalga fırınların zararlarını azaltmak için de kullanılabileceğini kaydetti. Projenin insan sağlığı açısından önemli olduğunu dile getiren Gencel, "Hedefimiz bu projeyi insan yararına kullanabilmek, kurşun gibi zararlı elementlerden insanları korumaktır." ifadesini kullandı. Fizik öğretmeni Yavuz Ahmet Gürbüz ise öğrencilerinin kenevirin radyasyonu azalttığı yönünde okudukları bir makaleden etkilenerek projeye başladıklarını söyledi. Projenin patent desteği alacağına inandıklarını ifade eden Gürbüz, "Nükleer reaksiyonlar sonucunda açığa çıkan radyasyon, canlılar için zararlı etkiler doğurmaktadır. Bu etkileri azaltmak için yaygın olarak kullanılan yöntem kurşun zırhlamadır ancak kurşunun insan sağlığı için olumsuz etkileri vardır. Projemizde kurşun zırhlamaya alternatif olarak düşünülen, kenevirin atık kısmından, ağaç tutkalı karışımlı kompozit radyasyon zırhı yaptık." diye konuştu.

  • 23 yıldır taş ve kilden antik dönem eserlerin replikasını yapıyor

    Dünyada Urartuca yazabilen ender kişilerden Mehmet Kuşman'dan ilham alan Kültür ve Turizm Bakanlığı Taş Oyma Sanatçısı 56 yaşındaki Ali Akargöl, 23 yıldır Mısır, Selçuklu ve Hitit dönemlerine ait eserlerin replikalarını yapıyor. Akargöl, astsubaylık görevi sırasında Van'ın Gürpınar ilçesindeki Çavuştepe Kalesi'nde bekçilik yaparken Urartu alfabesini okuyup yazmayı öğrenen Kuşman'la tanıştı. Daha sonra katıldığı bir operasyonda yaralanarak malulen emekli olan Akargöl, emeklilik hayatını üniversite sıralarında ilgi duyduğu eski dönem eserlerin replikalarını yaparak değerlendirmeye başladı. Akargöl, eski medeniyetlerden günümüze ulaşan çivi yazısı, heykel, anıt ve medreselerin benzerlerini Hunat Hatun Medresesi'ndeki 5 metrekarelik atölyesinde yapıyor. Taş Oyma Sanatçısı Ali Akargöl, AA muhabirine, görevi sırasında dünyada Urartuca yazabilen ender kişilerden olan Mehmet Kuşman ile tanıştığını ve ondan aldığı ilhamla tarihi eserlerle ilgili çalışmalar yapmaya başladığını söyledi. Akargöl, emekli olduktan sonra kile ve taşa şekil verdiğini, zamanla bunu tarihi yapılara çevirdiğini dile getirdi. Eserlerini yaparken aynı taş ve kilden olmasına özen gösterdiğini vurgulayan Akargöl, Mısır, Selçuklu ve Hitit dönemlerinden kalan eserlerin replikalarını yaptığını aktardı. Akargöl, "Tarih öncesi dönem, antik Mısır, Göbeklitepe, Anadolu ve Mezopotamya gibi bölgelerdeki tarihi kalıntı ve buluntuların replikasyonlarını yapıyorum." dedi. Eserlerdeki taş ve killer orijinal malzemeleriyle aynı Birçok döneme ait eserlerin yanında Anadolu'dan yurt dışına kaçırılan, 8 bin yıl öncesine ait tarihi yapıların da sanatına konu olduğunu anlatan Akargöl, şunları kaydetti: "En çok vaktimi alan eserim Gevher Nesibe Tıp Tarihi Müzesi. Bunu 1,5 senede bitirdim. Bu eser için belki günde 10-15 saat çalışmışımdır, 80 bine yakın taş işledim. Eserin üzerindeki işlediğim taş da bu binanın orijinalinde kullanılan taşla aynı. Dokuyu yakalamak için aynı ocaktan temin ettim. Kapısına 2 ay uğraştım. Orijinal Selçuklu bezemelerinin tamamı üzerinde var. Saat kulesini de aşağı yukarı bir senede yaptım. Tabletleri yazmak çok zor değil ama aşamaları fazla. Bunları eskitiyorsun. Babil tableti bir replika 6 ay sürdü." Akargöl, sanatın kendisi için yaşam tarzı olduğunu, kafasında tasarladığı enerjiyi obje olarak hayata geçirdiğini ifade etti. Bugünlere ulaşmak için uykusuz kaldığını ve yorgun günler geçirdiğini aktaran Akargöl, sabır ve özveriyle başarıyı elde ettiğini sözlerine ekledi.

  • Gümüşhane'de iki çocuk annesi üniversite hayaline 32 yıl sonra kavuştu

    Gümüşhane Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü 3. sınıf öğrencisi 54 yaşındaki Gonca Şimşek, üniversite okuma hayalini gerçekleştirmenin mutluluğunu yaşıyor. Liseden 1990'da mezun olan Şimşek, evlilik, ardından da çocuklarının bakımı nedeniyle eğitimini sürdüremedi. Antalya Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölümünde eğitimine devam eden oğlu Mehmet Semih Şimşek'in desteğiyle 3 yıl önce üniversite sınavına giren Gonca Şimşek, Gümüşhane Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünü kazandı. İki çocuk annesi Şimşek, derslerinin yanı sıra fakültenin uygulama birimleri GİF Haber Gazetesi ile Medya Merkezi'nde de görev alıyor. Gonca Şimşek, hayali olan üniversite eğitimini gerçekleştirmenin mutluluğunu yaşadığını söyledi. Üniversite tercih döneminde eşi ve iki oğluyla fikir alışverişinde bulunduğunu anlatan Şimşek, "Oğlum bana 'Sen yazmayı ve okumayı seviyorsun, gazetecilik bölümü sana iyi gelecektir' dedi. Ben de oğlumun düşüncesine katılarak bu bölüme yazdım. Oğlumla farklı şehirde, aynı fakültelerde eğitim görüyoruz." ifadelerini kullandı. Şimşek, üniversite eğitimini liseden hemen sonra gerçekleştiremediğini belirterek "Ancak herkesin bir zamanının olduğunu düşünüyorum. Benim de zamanım gelmişti. Çok mutluyum burada olmaktan. Hocalarımı ve arkadaşlarımı çok seviyorum." dedi. Fakültenin uygulama birimlerinde de görev aldığını kaydeden Şimşek, haber merkezinde arkadaşlarıyla araştırma ve çekimler yaptıklarını dile getirdi. "Bir hedef belirledim kendime, başarılı olmak" Sınıf arkadaşlarıyla iyi bir uyum yakaladığını ifade eden Şimşek, "Sınıfımdakilerle ilişkilerimde, anne olduğum için çoğunlukla anaç tarafım ağır basıyor. Elimden geldiğince her konuda yardımcı olmaya çalışıyorum. Yeri geldiğinde de arkadaş oluyoruz." diye konuştu. Gonca Şimşek, hayalini gerçekleştirdiği için daha çok çalıştığının altını çizerek şöyle devam etti: "Bir hedef belirledim kendime, başarılı olmak. Elimden geldiğince ön çalışmalarımı yaparak derslerime geliyorum. Hem benden küçük arkadaşlarıma örnek olmak hem de hayalimi gerçekleştirirken kendime koyduğum hedefe doğru ilerlemek anlamında çalışıyorum, araştırıyorum." Şimşek, oğluyla farklı şehirde olsalar da aynı fakültede eğitim almaları nedeniyle tatlı bir rekabet içerisinde olduklarını aktardı. Eğitimin yaşı olmadığına inandığını dile getiren Şimşek, şunları kaydetti: "Sınıfa ilk girdiğinde insan bir tereddüt yaşıyor. Çünkü sizden küçük, çocuğunuz yaşındaki öğrencilerle hatta hocalarınız bile sizden küçük olabiliyor, bunun tedirginliğini yaşıyorsunuz. Ancak insan her daim umutlarına, hayallerine ulaşmak için çaba göstermeli ve bunun arkasında durmalı. Bana destek olan başta eşim ve çocuklarıma, hocalarım ve sınıf arkadaşlarıma teşekkür ediyorum." Gazetecilik Bölümü öğrencisi Sema Durmaz ise Gonca Şimşek ile uygulama biriminde beraber görev aldıklarını belirterek "Çok güzel çalışmalar çıkarıyoruz. Fikirleri çok güzel. Bize de örnek oluyor, motive ediyor." dedi

  • Bedensel engelli genç, devlet desteğiyle besici oldu

    Edirne'nin Lalapaşa ilçesine bağlı Çömlekakpınar köyünde devlet desteğiyle 7 yıl önce hayvancılığa başlayan bedensel engelli Adem Yayla, çalışma azmiyle takdir topluyor. Tarım ve Orman Bakanlığının "Genç Çiftçilerin Desteklenmesi" projesi kapsamında aldığı destekle 7 yıl önce hayvancılık yapmaya başlayan 43 yaşındaki Yayla, 30 koyunla başladığı hayvancılığı 150 koyunluk sürüye dönüştürdü. Doğuştan sağ kolunda gelişme geriliği olan Yayla, engeline rağmen çalışma azmiyle herkese örnek oluyor. Yayla, devletin kırsal kalkınma destekleri kapsamında gençlere birçok imkan sunduğunu, kendisinin de bunlardan faydalandığını belirtti. Verilen desteğin kendileri açısından başlangıç olduğunu anlatan Yayla, "Hayvan sayısını 7 yıldır artırarak devam ediyorum. Hayvancılığa 30 koyunla başladım, 150'yi buldu bu sayı. Köyde evimin yanında yaptığım ağılda bakıyorum hayvanlara ancak sayı arttığı için yer dar geliyor." dedi. Hayvancılığı severek yaptığını ve devam edeceğini belirten Yayla, ağılını büyütmek istediğini dile getirdi. "Devlet bizi teşvik etti" Yayla, isteği ve merakı olan herkesin devletin sağladığı desteklerle hayvancılığa başlayabileceğini söyledi. Kırsal kalkınma desteklerinin köylerde yaşayan gençlerin iş kurmasına yardımcı olduğunu ifade eden Yayla, şunları kaydetti: "Önceleri evimizde meraktan 3-5 hayvan yetiştiriyorduk ama devlet desteğini alınca bu işe hevesimiz arttı. Devlet bizi teşvik etti. Bu şekilde işe girdik ve hayvancılığın kazançlı olduğunu anladık. Kurbanlık hayvanlar yetiştiriyoruz, belli kilograma gelince de kesim için satıyoruz." "Engelliler bir işle uğraşsın" Yayla, sağ kolundaki engelin kendisini hayvancılığa başlarken korkuttuğunu ancak tek kolla da bu işle başa çıktığını belirtti. Engellilerin istediği zaman her işi yapabileceğine dikkati çeken Yayla, "Hayvancılık o kadar zor iş değil, köyde yaşayan, bu işi merak eden herkes yapabilir. Devletin destekleri devam ediyor, ondan faydalanabilirler. Engelliler bir işle uğraşsın, sosyalleşsin, yapabildikleri kadar her işi yapsınlar." diye konuştu.

  • Birlikte tekvandoya başlayan akondroplazili çift, ilk şampiyonada altın madalyaya uzandı

    Sakarya'da birlikte tekvandoya başlayan akondroplazi (Boy kısalığına neden olan bir büyüme bozukluğu) rahatsızlığı bulunan Okan ve Vahide Ziyşan Hotun çifti, katıldıkları ilk iki şampiyonada altın ve gümüş madalya kazandı. Gençlik ve Spor İl Müdürlüğünde memur 29 yaşındaki Vahide Ziyşan Hotun ile Sapanca ilçesinde bir inşaat firmasında mali işler sorumlusu olarak görev yapan 30 yaşındaki Okan Hotun, antrenör Cemil Saydam'ın yönlendirmesiyle yaklaşık 2 ay önce tekvandoya başladı. Hotun çifti, Ankara'da 12-13 Ocak'ta düzenlenen Türkiye Para Tekvando ve Para Poomsae Şampiyonası'nda P72 "büyük kadınlar" ve "büyük erkekler" ile "büyükler pair" kategorisinde birinci oldu. Antalya'da 8-16 Şubat'ta yapılan 12. Uluslararası Türkiye Açık Tekvando Turnuvası'na katılan çiftten Okan Hotun "büyük erkekler" kategorisinde birinci, Vahide Ziyşan Hotun ise "büyük kadınlar" kategorisinde ikincilik elde etti. Çift, başarılarına yenilerini eklemek için Estonya'da 16-17 Nisan'da gerçekleştirilecek Avrupa Para Poomsae Şampiyonası'na madalya hedefiyle hazırlanıyor. "Çok kısa zamanda güzel yerlere geldik" Vahide Ziyşan Hotun, eşiyle 4 yıl önce evlendiklerini söyledi. Antrenör Cemil Saydam'ın yönlendirmesiyle eşiyle tekvandoya başladıklarını belirten Vahide Ziyşan Hotun, "Eşimle bu yola çıkmak ayrı bir güzellik. Birlikte antrenmana geliyoruz, birbirimizi motive ediyoruz. Birlikte düşüyoruz, birlikte yükseliyoruz." dedi. Çok kısa zamanda güzel yerlere geldiklerini aktaran Vahide Ziyşan Hotun, kendilerine sağladığı imkanlar için Türkiye Tekvando Federasyonu Başkanı Bahri Tanrıkulu'na teşekkür etti. Vahide Ziyşan Hotun, katıldıkları ilk iki şampiyonada başarı elde etmenin kendilerini gururlandırdığını dile getirerek, "Umarım tüm engelli bireylerin kendilerini geliştirebileceği tekvando ya da diğer spor dalları olur. Engelli bireylerin kendilerine bir şeyler katabilecekleri alanlara yönelmelerini gerçekten çok istiyorum çünkü insanın öz güveni gelişiyor. Daha iyi yerlere geleceğimize inanıyorum." diye konuştu. "Neler yapabileceğimizi göstermek istedik" Okan Hotun da tekvandoda 2 ayda önemli mesafe katettiklerini belirterek, "Bizim için çok güzel oldu, devam etmek istiyoruz. Estonya'da başarı elde etmek istiyoruz. Bizim için gurur meselesi çünkü bizim gibi insanlar sosyal hayatta sıkıntı yaşayabiliyor. Neler yapabileceğimizi göstermek istedik. Bizim gibi insanların umutlu olmasını istiyoruz." ifadelerini kullandı. Antrenör Cemil Saydam ise Hotun çiftinin spora başladıktan sonra azimle çalışmalarını sürdürdüğünü anlattı. Her gün 2 saat çalışarak Ankara ve Antalya'da düzenlenen şampiyonalara katıldıklarını belirten Saydam, "Çok azimliler, eş olmaları büyük avantaj. Birbirlerine evde de destek oluyorlar, evde de çalışmaları devam ediyor. Bu da sosyal yaşama dokunmaktır, kendilerine teşekkür ediyorum." diye konuştu.

  • Dünyanın en büyük yolcu uçağına ilk Türk kadın kaptan pilot

    Gökçe Kübra Yıldırım, Airbus A380'de kaptan pilot olarak görev almaya başladığını duyurdu. Gökçe Kübra Yıldırım, dünyanın en büyük yolcu uçağı Airbus A380’de kaptan pilot koltuğuna oturan ilk Türk kadın pilot oldu. Türk kadınlarının gökyüzündeki başarılarına bir yenisi eklendi. Dünyanın en büyük yolcu uçağı Airbus A380’de ikinci pilot olarak görev yapan Yıldırım, kaptan pilot koltuğuna oturdu. Türk Hava Yollarının (THY) uçak bakım şirketi THY Teknik’te staj yaparak mesleki kariyerine başlayan Yıldırım, aldığı eğitimlerin ardından THY'nin Airbus filosunda ikinci pilot olarak göreve başladı. Kariyerine Dubai'deki bir hava yolu şirketinde devam eden Yıldırım, burada dünyanın en büyük yolcu uçağı olan A380'de uzun yıllar ikinci pilot olarak görev yaptı. Yıldırım, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımla, dünyanın en büyük yolcu uçağı olan çift katlı A380'de kaptan pilot koltuğuna oturan ilk Türk kadın pilot olduğunu duyurdu. Duygularını paylaşan Yıldırım, "Yaklaşık 12 yıl önce başladığım bu yolculuk, bugün beni kaptanlık noktasına taşıdı. Her bir adım, her zorluk, her başarı bana çok şey kattı. Bu meslek, sadece bir iş değil, hayatımın parçası oldu. Bugün burada olmamı sağlayan, destekleyen, hep arkamda olan herkese teşekkür ederim. Artık resmi olarak Airbus A380 kaptanıyım." ifadelerini kullandı.

  • Lise öğrencisi, ilkokulda kapıldığı renklerin büyülü dünyasında 100'e yakın resim yaptı

    Düzce'de ilkokul yıllarında keşfettiği resim yeteneğiyle 8 yıldır hayal gücünü tuvale yansıtan 18 yaşındaki İrem Özşahin, bu süre zarfında 100'e yakın esere imza attı. Cemil Meriç Anadolu Lisesi son sınıf öğrencisi Özşahin'in resim serüveni ilkokul yıllarında başladı. Özşahin, 10 yaşındayken resim dersinde yaptığı irili ufaklı çalışmalarla öğretmenlerinin dikkatini çekmeyi başardı. Zamanla renklerin büyülü dünyasının kendisini rahatlattığını fark eden Özşahin, 8 yıl önce eline aldığı fırçayı bir daha bırakmadı. İl çapında düzenlenen resim yarışmalarında önemli dereceler de elde eden Özşahin'in eserleri, kamu kurumları tarafından düzenlenen sergilerde de boy gösterdi. Özşahin, resim sanatına ilgisinin çocukken başladığını ve öğretmenlerinin yönlendirmesiyle birçok resim yarışmasına katıldığını anlattı. Resim yaparken hiçbir şey düşünmediğini, bu sayede kendisini daha dingin hissettiğini dile getiren Özşahin, "Resim yaparken zaman çok keyifli geçiyor çünkü bir psikologdan terapi alır gibi zihninizi boşaltıyorsunuz. Ben ve tuvalim baş başa kalıyoruz. Sadece resme odaklanıyorum ve bu da beni rahatlatıyor." dedi. Özşahin, resim merakının eğitim hayatını da olumlu etkilediğine değinerek, "Şu an 12. sınıftayım, YKS döneminde olduğum için çok stresli geçiyor. Resmi kaçış planı olarak görüp rahatlayabiliyorum. O an resmi bitirmeye odaklanıyorum. Sınavlarıma, derslerime de ayrı odaklanıyorum, Bu sayede herhangi bir bıkma, usanma olmuyor. Yani YKS dönemine de planlı, programlı şekilde hazırlanıyorum." diye konuştu. Resim öğretmeninin rehberliği eşliğinde 9. sınıftan itibaren yeteneğinin ve başarısının arttığından bahseden Özşahin, ilkokul yıllarından bu yana 8 yılda irili ufaklı 100'e yakın eser ortaya çıkardığını kaydetti. Özşahin, çalışmalarına hem okulun resim atölyesinde hem de evde devam ettiğini belirterek, "Birçoğunu yakınlarıma, arkadaşlarıma ve tanıdık esnafa hediye ettim. Rölyef pasta, guaj ve yağlı boya teknikleriyle çalışıyorum. Birçok teknikle farklı eserler ortaya çıkarmaya çalıştım." ifadelerini kullandı. "Sanatın insan üzerindeki olumlu etkisine bir kez daha şahit oldum" Özşahin'in resim öğretmeni Pınar Yardımcı, öğrencisinin çizgilerine baktığında yeteneğinin olduğunu fark ettiğini ve bunu basit tekniklerle desteklemeye çalıştığını anlattı. Evde de kendi başına yapabildiğine şahit olduktan sonra desteğini artırdığından bahseden Yardımcı, "İrem'e çok müdahaleci olmadım. Kendi kendine neyi geliştirebileceğine de dikkat ettim. Resimlerinde bazen elle müdahale ediyor. Aslında resim yaparken böyle bir teknik yok. Yanlışını da nasıl düzeltebileceğini öğrendi bu şekilde." şeklinde konuştu. Yardımcı, okulun ili temsilen yaptığı sergilerde İrem'in desteğiyle çok güzel çalışmalar yaptıklarını aktararak, "Çalışmalarının bir kısmı okulumuza kaldı, bazılarını esnaf arkadaşlara hediye etti, bazılarıyla da evindeki odasını süslemek istedi." dedi. Resim atölyesindeki kurslara da katılan öğrencisinin arkadaşlarıyla iletişiminin arttığına işaret eden Yardımcı, konuşmasını şöyle sürdürdü: "İrem'i ilk tanıdığımda biraz içine kapanık bir öğrenciydi. Kendi halinde resim çizmeye çalışıyordu. Ne zaman temas kurduk, o zaman daha sosyal olmaya başladığını gördüm ve bu işi ilerletmek için daha çok destekte bulundum. İrem'in 9. sınıftan 12. sınıfa kadar geçen süreçte nasıl değiştiğini görünce sanatın insan üzerindeki olumlu etkisine bir kez daha şahit oldum."

Arama Yap

bottom of page