top of page

Boş arama ile 771 sonuç bulundu

  • Kadıköy'ün 30 yıllık sokak ressamı özgürlüğü çizgilerde buldu

    Kadıköy'de tarihi caminin kapısında 30 yıldır kara kalem portreler çizen ressam Kemal Cinel, sanata olan tutkusuyla ilçenin sembol simaları arasında sayılıyor. 68 yaşındaki Cinel, lise yıllarında arkadaşının etkisiyle fark ettiği yeteneğini 1760'ta yaptırılan tarihi Sultan 3. Mustafa İskele Camisi'nin kapısında yaz-kış demeden sürdürüyor. Cinel, sanatını icra ettiği Yasa Caddesi'nin isminin Google haritalarında "Ressam Kemal" olarak geçmesinden gurur duyuyor. Ressam, çocukluk yıllarından beri resimle iç içe yaşadığını anlattı. Trabzon doğumlu olduğunu dile getiren Cinel, ilkokul ve lise eğitimini Samsun'da tamamladığını, resme ilgisini lise yıllarında bir arkadaşının etkisiyle fark ettiğini söyledi. O dönemde resim öğretmeninin yaptığı çizimlere inanmayarak sınıfta performans testi uyguladığını aktaran Cinel, "Öğretmenim, bir öğrenciyi iskemleye oturttu ve resmini çizmemi istedi. Resmi çizince bana inandı." dedi. "Yaptığın bir işi aşkla yapacaksın" Cinel, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi hayalini gerçekleştirmek üzere İstanbul'a geldiğini ancak teyze oğlunun kendisine resim yeteneğiyle birlikte farklı meslek edinmesi gerektiğini söyleyince Beyazıt Ticari İlimler Akademisi'ne kaydolduğunu, buradan mezun olduktan sonra da muhasebecilik yapmaya başladığını belirtti. Muhasebecilik mesleğini hiç sevmediğini dile getiren Cinel, 1994 yılında resme dönüş yapmaya karar verdiğini, Sultan 3. Mustafa İskele Camisi'nin önünde çekinerek yere serdiği resimlerin ardından ilk siparişlerini aldığını dile getirerek, yaz-kış demeden 30 yıldır aynı yerde kara kalem portre çizdiğini kaydetti. Sokakta resim yapmayı hürriyetinin bir parçası olarak gördüğünü, çizdiği resimlerle bir bağ kurduğunu dile getiren Cinel, "Ben memurluğu hiç sevemedim. Bürolar bana hapishane gibi geliyordu. Birisinin emri altında çalışmak bana göre değil. Hürriyet, insanın en değer verdiği şeydir." diye konuştu. Cinel, sokak ressamlarının dünyada var olan bir sınıf olduğunu anlatarak, şöyle devam etti: "Nitekim sokakta çalışan bir sürü esnaf var. Onların yeri sokaktır. Allah, gücünün üstünde insana yük yüklemediği için sokaklarda yazlara ve kışlara dayandım. 30 kış, 30 yaz geçmiş. Şimdi bakıyorum, burada yıllar önceki arkadaşların hiçbirisi yok. Hepsi vazifelerini bitirmiş, gitmiş. Benimle kalan çok az sayıda kişi var. Bu istikrar da bence güzel bir şey. Hani 'Aşkla koşan yorulmaz.' sözü vardır. Yani yaptığın bir işi aşkla yapacaksın. Birçok kişi sokakta resim yapmaya başlıyor ama devamını getiremiyorlar. Ressam, meyve veren ağaç gibidir. İstikrar çok önemli." Cinel, gençlik dönemlerinde kendisine resim çizdirenlerin şimdi evlenip çocuklarıyla yanına geldiklerini söyledi. Onların çocukları için de resim çizmenin çok güzel olduğunu aktaran Cinel, şunları dile getirdi: "Biz kader senaryosunun oyuncularıyız. Allahutaala hangi kaderi çizdiyse, biz de o rolü en güzel şekilde oynamalıyız ancak o zaman her şey güzel olur. Yaratıcımızın bir ismi de 'Musavvir'dir. Yani şekil ve suret veren ressamdır. En büyük ressam odur. O bütün kainatı 'Musavvir' sıfatıyla güzelliklerle tasvir etmiştir. İnsanları anne karnında istediği şekilde tasvir etmiştir. Dolayısıyla ressamlık Rabbül Alemin hazretlerinin sanatının bir yansımasıdır." Kaligrafi sanatçısı ve ressam​​​​​​​ Etem Çalışkan'la tanıştığı günü unutamıyor Ressam Cinel, tarihi caminin kapısında 30 yıldır resim çizdiğini, hiçbir sermayesi olmadan bu işi yaptığını anlattı. İşini severek yaptığını dile getiren Cinel, "Burada 30 yıl istikrarlı şekilde devam etmemin neticesinde Google haritasında Yasa Caddesi'nin bu noktası 'Ressam Kemal' diye geçiyor. Bu da hoşuma gidiyor. Sayılı günlerde, hasta olmadığımda veya tatile gittiğimde buraya gelmedim. Kimseden izin istememe gerek yok. İstediğin zaman memlekete gidiyorsun." şeklinde konuştu. Cinel, Türkiye'nin en önemli kaligrafi sanatkarlarından olan, Anıtkabir kitabelerini yazan ve Mustafa Kemal Atatürk'ün imzasını stilize eden 96 yaşındaki Etem Çalışkan'la tanışmasını şöyle anlattı: "Sakallı, şapkalı bir beyefendi geldi, 'Resmimi çizer misin?' dedi. Ben de onun meşhur Etem Çalışkan olduğunu bilmiyordum. Kendisi meşhur Atatürk resmiyle şöhret bulmuştur. Hatta Samsun'da okul çağında lisedeyken onun resmini vitrinde görüyordum. Hayran kalmıştım. O da benim resme meylimi artırmıştı. Kendisini çizdikten sonra Etem Çalışkan olduğunu söyledi. Bir de rozetini bana hediye etti. Çok memnun oldum. Bu karşılaşma benim için gerçekten unutulmaz bir anı oldu." Gençlere Kur'an-ı Kerim'in manasını okumalarını ve hayatlarına buna göre yön vermelerini tavsiye eden Cinel, onlardan sevdiği işi yapmalarını istedi. "Kalemle bunu yapabilmek, çok ayrıcalıklı bir yetenek" Yaklaşık 37 yıldır Kadıköy'de yaşayan Feriha Kaya, Cinel'i uzun zamandır tanıdığını belirterek, "Böyle insanların hala olması ve bunu devam ettirmesi gerçekten çok güzel. Çok güzel resim yapıyor. Kalemle bunu yapabilmek, çok ayrıcalıklı bir yetenek." dedi. Ayşegül Özkur ise el emeğiyle yapılan bir şeyle dijitalde yapılanın çok farklı olduğuna değinerek, "Hem çok kalıcı bir hatıra hem de anlamlı bir enstantane. Şimdi eşimi çizdireceğim. Eminim onun da çok hoşuna gidecek." ifadesini kullandı. Özkur, Cinel'in Kadıköy'ün simgelerinden biri haline geldiğini sözlerine ekledi.

  • Otizmli 11 yaşındaki Yusuf'un yazdığı hatlar görenleri şaşırtıyor

    Trabzon'da Çukurçayır Ortaokulu özel eğitim sınıfı öğrencisi 11 yaşındaki Yusuf Sait Kaya, Kur'an kursu duvarında gördüklerini çizerek kendi kendine hat yazmaya başladı. Yusuf Sait Kaya'nın annesi Neslihan Bayraktar, oğlu 6 aylıkken boynunda eğrilik olduğunu fark ederek doktora götürdüğünü söyledi. Oğlunun uzun süre fizik tedavi gördüğünü anlatan Bayraktar, "Bu hastalığıyla ilgilenirken konuşma sorununu başta anlayamadık. 3 yaşına geldiğinde doktora götürdük, otizm tanısı konuldu." dedi. Bayraktar, evladının zihinsel gelişimini desteklemek amacıyla imkanları ölçüsünde gayret gösterdiklerini ifade etti. Oğlunun gördüğü ve duyduğu şeyleri unutmadığını belirten Bayraktar, "Etrafta gördüğü plakaları, numaraları, duyduğu duaları, Kur'an-ı Kerim'i, okuduğumuz kitapları, dinlediği masalı her şeyi ezberliyor." dedi. İl Müftülüğü bünyesinde 19 yıldır Kur'an-ı kerim öğreticiliği yaptığını dile getiren Bayraktar, "Zaman zaman oğlumu çalıştığım kursa götürüyorum. Orada zaman geçirmesi için eline kağıt ve keçeli kalemler veriyorum. 7 yaşındayken kursun duvarlarında gördüğü hatları kağıda çizmeye başladı. Sonra pandemi döneminde kendisine boyaması için eve hat kağıtları getirdim, çokta seviyordu. Zaten Kur'an-ı Kerim'e ilgi duyuyor, hatta yaz kursunda cüzleri birkaç defa baştan sona yazdı." diye konuştu. Yusuf, resim ve piyano kursuna gidiyor Bayraktar, "Bir sabah benden önce uyandı ve kendi kendine yazmaya başladı. Orada fark ettim hat yeteneği olduğunu. Herhangi bir yerden ders almadı. Yusuf'un şu anda yaptığı şeyler kendisini geliştirmesiyle oldu." ifadesini kullandı. Oğlunun hat sanatında ilerlemesini istediğini ancak ona uygun kurs bulamadığını dile getiren Bayraktar, şimdilik resim ve piyano kursuna devam ettiğini aktardı. Otizmli çocukları olan ailelere durumu hızlı şekilde kabul edip bir an önce eğitimlere başlamalarını tavsiye eden Bayraktar, şöyle devam etti: "İlk başlarda oğlumun çevredekilerle iletişimi zayıftı. Bazı ekstra eğitimler ve tedavilerle gitgide iyileşti. Şu an çok şükür iyi durumdayız. Yaşıtlarından biraz geride olsa bile etraftakilerle iletişim kurmaya çalışıyor. Çok gelişim gösterdi, inşallah çok daha iyi olacağız diye düşünüyorum." Trabzon Otizm Derneği Başkanı Muradiye Dilek ise Yusuf'un hat ve resim alanında yeteneği olduğuna işaret ederek, "Amacımız, Yusuf gibi çocukları bir yere getirebilmek, önünü açabilmek. Böyle bir yeteneği değerlendirmemiz lazım, Yusuf çok iyi yerlere gelebilir. Yusuf'un elinden tutmamız, ona o imkanı vermemiz lazım." ifadesini kullandı.

  • Görme engelli 3 çocuk annesi 49 yaşında üniversiteli oldu

    Diyarbakır'da görme engelli 3 çocuk annesi Azize Dinç (50) katıldığı sınavlarda sağladığı başarıyla önce memur olarak atandı, ardından üniversiteli oldu. Azize Dinç, göz tansiyonu nedeniyle 8 yaşında görme yetisini kaybetti. 14 yaşında başladığı ilkokulun ardından, ortaokul ve lise eğitimini de tamamladı. Engelli Kamu Personeli Seçme Sınavına (EKPSS) katılan Dinç, aldığı puanla bir kamu kurumuna memur olarak atandı. Daha sonra görme engelli bir kişiyle evlenen ve 3 çocuğu olan Dinç, üniversiteli olma hayalini gerçekleştirmek için yeniden ders çalışmaya başladı. Sesli ders vidolarını dinleyerek Yükseköğretim Kurumları Sınavına (YKS) hazırlanan Dinç, aldığı puanla geçen yıl Dicle Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümünde öğrenim görmeye başladı. "Hayatta yaşamak için gayret göstereceğiz" Bu yıl 2. sınıfta öğrenim gören Dinç, engeline rağmen hem çalıştığını hem okuduğunu hem de çocuklarının bakımıyla ilgilendiğini söyledi. "Her şeyin bir bedeli vardır. Mutlaka zorluk yaşayacağız. Zorluk olmadan da zaten güzellik olmaz." diyen Dinç, yaşamında hep buna inandığını belirtti. Dinç, bu düşünceyle pes etmeden çalıştığını ve hayatının her alanında kazandığını anlatarak, "Bazı arkadaşlarımız engelli olduğundan dolayı hayattan kopuyorlar. Kesinlikle kopmasınlar. Engel de bir kaderdir. Hayatta yaşamak için gayret göstereceğiz. Öğrencilerin her zaman beni örnek almalarını istiyorum. Ne olursa olsun pes etmemeleri gerek." dedi. Bir kurumda memur olarak görev yaptığını anlatan Dinç, üniversiteye gittiğinde de arkadaşlarının kendisine çok destek olduğunu belirtti. Dinç, "Otobüste yanımda oturan arkadaşa iletişim fakültesinde ineceğim diyorum. Sağ olsunlar bana oraya ulaştığımızda söylüyorlar." diye konuştu. Evlendiklerinde de görme engelli eşiyle ailelerinden uzakta bir evde yaşamayı tercih ettiklerini belirten Dinç, "Kendimizi ispatlamak istedik ve bunu başardık. Üç çocuğumuzu büyüttük. Okumak için de geç değil. Yaşımız 16 da olsa 70 de olsa her zaman bilgiye ihtiyacımız var." ifadelerini kullandı.

  • Salim usta, 52 yıldır ot süpürge üretiyor

    Sakarya'da el yapımı ot süpürge üreten 69 yaşındaki Salim Öztürk, yarım asırdan fazla süredir sayısız çırak yetiştirdiği mesleğini devam ettiriyor. Ağabeyiyle pazarcılık yaparken o yıllarda popüler ve kazancı iyi olan süpürgeciliğe 1972'de akrabasının yanında başlayan Öztürk, vatani görevini tamamladıktan sonra kendi iş yerini açtı. Ahilik düsturuyla mesleğine devam ederek sayısız çırak yetiştiren Öztürk, mesleğine katkılarından dolayı "Türkiye Yüzyılı'nın Emektarları Programı"nda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'dan plaket aldı. "Üretilen hiçbir ürünün satılmaması mümkün değil" Öztürk, mesleğin daha ileri gitmesi, teknolojiye yenilmemesi ve yurt dışı pazarına açılabilmesi için elinden geleni yaptığını söyledi. Bu meslekte 1980-90'lı yıllarda 650 kayıtlı esnafın bulunduğunu, sonra bu sayının yavaş yavaş düşmeye başladığını belirten Öztürk, elle yapılan süpürge otunun hasadının zor olması nedeniyle genç nüfusun ilgi göstermediğini anlattı. Öztürk, hasadın diğer tarım ürünleri gibi makineli yapılamadığını dile getirerek, "Süpürgenin otu, ham maddesi aynı zamanda şeker kamışı familyasından. Otun insan ve hayvan sağlığına zararı yoktur. Doğayı kirletmesi söz konusu değil, kolaylıkla tekrar toprak olan bir ottur. Hasadın zor olmasından dolayı genç nüfus ilgi göstermeyince arz talep dengesizliği başladı." diye konuştu. Mesleğin tekrar ayağa kalması için yazdığı raporu Tarım ve Orman Bakanlığına gönderdiğine değinen Öztürk, bu konuda kendisine destek verenlere teşekkür etti. Yaptıkları çalışmalarla mesleğin gerilemekten kurtarıldığını ve süpürgenin yurt dışına gönderilebildiğinden bahseden Öztürk, şöyle devam etti: "İstanbul'da önceki yıllarda düzenlenen fuardan sonra ABD, Almanya, Orta Doğu ülkeleri, Rusya ve Moğolistan'dan bize ziyarete gelip talep ettiler. 8 sene önce ithalat ve ihracatın önü açıldıktan sonra ürettiğim süpürgenin ihracatını ilk olarak Suudi Arabistan'a yaptım. Dış ülkelerde çok güzel potansiyeli var. Üretilen hiçbir ürünün satılmaması mümkün değil. Dünyada her yerde satılabilir." Öztürk, mesleğin üniversite ve liselerde ele alınması gerektiğini vurgulayarak, "Dünyada çok güzel pazarı var, bunu tespit etmiş durumdayız. Mesleğin tekrar ayağa kaldırılacağına inanıyorum. Genç yaşlarda emekli olan kardeşlerimiz, buradan ek gelir elde edebilir. Emeklilere istihdam açılabilir, gençler de tekrar buraya yönlendirilebilir." ifadesini kullandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan "Türkiye Yüzyılı'nın Emektarları Programı"nda plaket aldığını anımsatan Öztürk, sözlerini şöyle sürdürdü: "Cumhurbaşkanımız, arkamızda olduğunu bize gösterdi. 52 yıllık emektarı olarak yaşadığım sürece de ayrılmayı düşünmediğim bu mesleğin tekrar layık olduğu seviyeye ulaşması için elimden ne gelirse yapmayı düşünüyorum. İnşallah başaracağız. Sayın Cumhurbaşkanımızın bu kadar meşguliyetinde bize zaman ayırması, sıcak karşılaması, kendi sofrasında ağırlaması bizi ziyadesiyle çok memnun etti." Öztürk, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan'a da desteklerinden dolayı teşekkür etti.

  • Uluslararası tır şoförü Vildan Özdemir eşi ve köpeğiyle Avrupa yollarını aşındırıyor

    İstanbul'da yaşayan 54 yaşındaki Vildan Özdemir, 14 yıl emek verdiği bankacılık mesleğini bırakıp uluslararası tır şoförü olarak, eşi ve "Rocky" adını verdiği köpeğiyle Avrupa ülkelerine taşımacılık yapıyor. Vildan Özdemir, uluslararası tır şoförü eşi Eyüp Özdemir'in yola gidip haftalarca gelememesi üzerine yalnızlıktan sıkılıp, kocasının izinden gitmeye karar verdi. 14 yıllık bankacılık mesleğini bırakan Özdemir, önce ehliyetini ardından da yurt dışı yük taşımacılığı yapabilmek için gereken mesleki yeterlilik belgesini aldı. Yaklaşık bir yıl önce tır şoförlüğüne başlayan Özdemir'in, eşiyle birlikte aynı tırı kullanarak Avrupa ülkelerine yaptıkları uzun yolculuklarına "Rocky" adını verdikleri köpekleri eşlik ediyor. Özdemir, eşinin İngiltere-Köln arası uluslararası tır şoförlüğü yaptığını, gittiği yerde 3 ay kaldığını, yaşadığı özlemden dolayı zorlandığını anlattı. Daha sonra Türkiye'de başka bir firmaya geçen eşinin 15-20 günde bir eve gelmeye başladığını aktaran Özdemir, "Tır şoförü olmak aklımın ucundan geçmemişti. Sonra bu işi yapmaya, eşimin yanında olmaya karar verdim. Tır ehliyetimi aldım, SRC 3 belgesi için de sınava girdim, üstün başarıyla belgeyi aldım. Firmada uluslararası tır şoförü olarak işe başladım. İlk yola eşimle Amsterdam'a çıktım, kasım ayıydı, yılbaşı üstüydü, keyifli bir tatil gibi oldu. Sonrasında köpeğimiz hayatımıza katıldı. Şimdi eşim, köpeğimiz Rocky ve ben yollara çıkıyoruz." ifadelerini kullandı. Rocky'nin ilk tır yolculuğunda henüz çok küçük olduğu için zorlandığını ve hastalandığını belirten Özdemir, iyileşip alışmaya başlayan köpeğinin yolda olmaktan çok keyif aldığını söyledi. Tır evleri gibi oldu Eşi ve köpeğiyle seyahat etmekten çok hoşlandığını kaydeden Özdemir, "İnsanlar tırda köpeğimizi gördüklerinde çok hoşlarına gidiyor, imrenerek bakıyor. Beni de kadın olarak tır şoförlüğü yapmamdan dolayı takdir ediyorlar. Tır şoförü kadın Türkiye'de rağbet gören bir meslek değil. Köpeğimiz genelde babasının tırı kullanmasına alışık. Ben direksiyona geçtiğimde biraz tepki verip havlıyor, çünkü yolculuk esnasında benim kucağımda yatmaya alışık. Onun ihtiyaçları olduğunda havlayarak bizi uyarıyor. Ona odaklı olarak yolculuğumuz geçiyor." diye konuştu. Daha çok Avrupa'ya gittikleri için orada her şeyin düzenli olduğunu ve zorlanmadığını dile getiren Özdemir, tırla yolculuk yaparak, yeni yerler keşfetmenin kendisine keyif verdiğini söyledi. Vildan Özdemir, işini yaparak hem para kazandığını hem de seyahat edebildiğini aktararak, tırın evleri gibi olduğunu, birbirlerini özlemeden ailece bir arada bulunabildiklerini dile getirdi. "Kadınlar bu mesleğe erkek mesleği olarak bakmasın" Bir ülkeye gittiklerinde yaklaşık 20 gün sonra döndüklerini, vakitleri kaldıkça gittikleri yerleri keşfetmeye çalıştıklarını belirten Özdemir, bu mesleği yapmak isteyen kadınlara şu tavsiyelerde bulundu: "Bankacılık yaptım ama diyorum ki keşke bu mesleğe daha erken başlasaydım, o zaman daha fazla keyfini ve tadını alabilirdim, diye düşünüyorum. Kadınlar bu mesleğe erkek mesleği olarak bakmasın. Bizler de yapabiliriz. Arabayı kullandıktan sonra büyüğü, küçüğü fark etmiyor, önemli olan dikkatli kullanmak ve bu işi yapabilmek. En önemlisi işini sevmek. Bir de tırda tek başına kaldığında düşünecek, keyif alabilecek zaman geçirebiliyorsun, kendinle baş başa kalıyorsun. Herkes yapabilir, kesinlikle tavsiye ediyorum. Kadınların bu mesleği yapmasını canı gönülden arzu ediyorum. Keşke daha fazla kadını yollarda görebilsek." Çalıştığı firmada tek kadın sürücü olduğunu belirten Özdemir, Uluslararası Nakliyeciler Derneği Kadın Çalışma Grubuna da kendisine verdiği destekten dolayı teşekkür etti. "Kadınlar tırlara ev gibi bakıyor" Çok genç yaşta tır şoförlüğüne başlayan Vildan Özdemir'in eşi Eyüp Özdemir de eşiyle gurur duyduğunu söyledi. Yola yalnız çıktı zamanlar ailesine duyduğu özlemin zor geldiğini belirten Eyüp Özdemir, "Şimdiye kadar özlem bizim tek sıkıntımızdı. Çünkü devamlı yolda yalnızsın. İnsan bir yoldaş, arkadaş aradığı zaman, burada en güzeli eşin oluyor. Başkasıyla belki de aynı yolu gidemezsin ama insan eşi olduğu zaman farklı oluyor. Tırımızda her şeyimiz var, yemeğimizi, kahvemizi yapıyoruz, televizyonumuz var. Vildan'a bulaşıkları yıkatmıyorum, suyu ben taşıdığım için, o suyu çok idareli kullanamıyor. Artık ailecek yola gitmeye alıştım, tek gittiğimde bir boşluğa düşüyorum." ifadelerini kullandı. Yollarda daha çok kadın tır sürücüsü görmek istediklerini ifade eden Özdemir, "Tırın evdeki kadar bir konforu yok ama yapılmayacak bir iş değil. Şoförlerin ağzından çıkan tek söz, 'Eşimi, çocuklarımız özledim' oluyor. Bunu zaten ortadan kaldırıyorsunuz. Yollarda daha çok kadın görmek isteriz. Telsizlerimiz var, kadın şoförler olunca daha özenli konuşuyoruz, kadınların bu işte olmasının avantajları herkes kendine çeki düzen veriyor, dağınıklık yok. Kadınlar tırlara ev gibi bakıyor." diye konuştu.

  • Hurdaya çıkan aletleri tamir edip köylülerin kullanımına sunuyor

    Bayburt'ta yaşayan emekli Mustafa Sarıoğlu, hurdaya çıkan aletleri tamir ederek hem kendi köyünde hem de yakın köylerde yaşayanların kullanımına ücretsiz sunuyor. Yıllarca farklı illerdeki inşaatlarda işçilik yapan Sarıoğlu, 10 yıl önce emekli olduktan sonra merkeze bağlı Çayırözü köyüne yerleşti. Evinin zemin katındaki 20 metrekarelik odayı atölyeye dönüştüren 70 yaşındaki Sarıoğlu, burada çocukluğundan beri merak duyduğu elektronik eşyaların tamirini yapmaya başladı. Sarıoğlu, hurdacılardan temin ettiği matkap, hilti, spiral ve elektrikli hızar gibi aletlerin yanı sıra radyo, televizyon ve saat gibi eşyalara da adeta yeniden hayat veriyor. Tamir ettiği aletleri birçok kez köyünde ve civar köylerde kullanarak vatandaşın yüzünü güldüren Sarıoğlu, 50-60 yıllık bazı araç gereçleri de atölyesinde sergiliyor. "Eski eşyalara yeniden hayat vermek, bana büyük mutluluk veriyor" Mustafa Sarıoğlu, İstanbul'dan köyüne döndükten sonra atölye kurduğunu söyledi. Hurdaya çıkmış hilti, matkap, spiral gibi aletleri tamir ettiğini anlatan Sarıoğlu, "Eski eşyalara merakım olduğu için onlarla uğraşıyorum. Yaptığım aletleri köyün kullanımına veriyorum, faydalı olmaya çalışıyorum, hiç boş durmuyorum. Devamlı bu aletlerin tamiriyle uğraşıyorum. İnsanlara faydalı olmak için uğraşıyorum." dedi. Arızalı aleti yeniden çalışabilir duruma getirdiğinde çok mutlu olduğunu ifade eden Sarıoğlu, şunları kaydetti: "Beceriyorum bunları yapmayı. 'Bunları insan yapmışsa ben de yapabilirim.' diye uğraşıyorum. Eski eşyalara yeniden hayat vermek, bana büyük mutluluk veriyor. Bir aleti yeniden çalışabilir duruma getirdiğimde 'Bugün şunu yapabildim.' diyerek mutlu oluyorum. Tarihi diyebileceğimiz eski eşyalara da merakım var. Benden öncekiler nasıl yapmış, çok merak ediyorum. Elimde 1960 model motor, bilyenin olmadığı zaman yapılan makineler var. Onları saklıyorum. Benden sonraki insanlara kalsın, onlar da görsünler, ilham kaynağı olsun diye elimde tutuyorum. Benden sonraki nesil de bunlarla uğraşsın, öğrensin diye gayretim var." Sarıoğlu, onardığı aletleri köydeki herkesin kullandığına işaret ederek, "Yine civar köylerdekiler de gelip buradan alıp kullanıyorlar. Kışın vatandaşın suyu donuyor, gelip hiltimi alıp kullanıyor. Her insana bir şekilde faydam oluyor. Yine buradaki birçok aleti kullanarak traktörleri tamir ediyorum. Aklınıza ne gelirse yapıyorum." şeklinde konuştu.

  • Devlet hibesiyle 20 koyunla başladığı besicilikte hayvan sayısını 400'e çıkardı

    Kayseri'de oturan 49 yaşındaki Nigar Ünal, "Sera Gazının Azaltılması İçin Küçükbaş Hayvancılıkta Verimliliğin Artırılması Projesi" kapsamında hibe desteğiyle aldığı koyunların sayısını 400'e çıkardı. Ünal, aile ekonomisine katkı sağlamak amacıyla 2 yıl önce Tarım ve Orman Bakanlığının başlattığı projeye başvurdu. Aldığı 20 Kangal akkaraman cinsi koyuna gözü gibi bakan Ünal, hayvan sayısını 400'e çıkardı. Hayatında ilk kez sürü sahibi olan Ünal'a aile bireyleri de yardım ederek işlerini kolaylaştırıyor. Ünal, projeden yararlanmak için 2 oğlunun yardımıyla İl Tarım ve Orman Müdürlüğüne başvurduğunu söyledi. Bakımlarına özen gösterdiği hayvanlarının yemini ve suyunu elleriyle verdiğini dile getiren Ünal, "Koyunlara bakmaya 2 sene önce başladım. Sonra koyunlar doğum yapıp çoğaldı. Şu an koyun ve kuzularımın sayısı 400'e ulaştı." dedi. "Devletimizin kadınlara yönelik desteği çok iyi" Devletin desteklerinin kadınlar için önemli olduğunu vurgulayan Ünal, "Devletimizin kadınlara yönelik desteği çok iyi bir şey. Çevremde devletten destek alıp koyun yetiştiren tek benim. İşimi seviyorum. Hoşuma gidiyor koyunlarla ilgilenmek, kuzulara bakmak." ifadelerini kullandı. Ünal, fabrikadan emekli eşinin ve çocuklarının kendisine destek verdiğini kaydetti. Koyunlarına bakmak için gecesini gündüzüne kattığını anlatan Ünal, doğum anı yaklaştığında evde kurulu kamera sisteminden hayvanları kontrol ettiğini belirtti. Zorlu bir süreç olsa da koyun ve kuzularının sayısını daha da artırmak istediğini ifade eden Ünal, "Kadınlar istedikten sonra her şeyi becerir. İlkokul mezunuyum, önceden koyun işini hiç bilmezdim, burada öğrendim." diye konuştu.

  • Eşinin 1 adet bileziğini bozdurup fabrika sahibi oldu: Şimdi 750 personeli var

    Eskişehir'de eşinin 1 adet bileziğini bozdurarak kurduğu firmasıyla bugün yaklaşık 750 kişiye istihdam sağlayan Mehmet Ali Çil, “Çalışanlarımızın yaklaşık 650'si kadın. Bizim en büyük gücümüzü kadınlar oluşturdu” dedi. Eskişehir'de 2020 yılında eşinden aldığı bilezikle kendi işini kuran Mehmet Ali Çil, bugün yüzlerce kişiye iş imkanı sunuyor. Lojistik şirketi sahibi Mehmet Ali Çil, firmanın kuruluşunda emanet aldıkları mobilyalarla oluşturdukları 20 metrekarelik bir ofiste 3 kişi aynı bilgisayardan çalıştıklarını, bugün ise 30 bin metrekare kapalı alanda dünyanın birçok noktasına sevkiyatı yapılan ürünlerin paketlemesini ve montajlamasını yaptıklarını belirtti. Çil, “Şu an yaklaşık 750 personelimiz var, bunların yaklaşık 650'si kadın. Bizim en büyük gücümüzü kadınlar oluşturdu'' dedi. ''SEKTÖRE DEPO ELEMANI OLARAK GİRDİM'' Sektöre ilk girdiği yıllarda İstanbul'da bir firmanın depo elemanı olduğunu, daha sonra alanında yükseldiğini belirten Mehmet Ali Çil, “2013 senesinde askerden gelmemle birlikte başlayan bir süreçten bahsediyoruz. O zamanlar ben İstanbul'da yaşıyordum, 2018 senesinde Eskişehir'e geldim. Aslında İstanbul'da bir firmada depo elemanı olarak sektöre başladım. Orası da uluslararası ithalat ve ihracat yapan bir firmaydı. Bunun hem üretim tarafında hem depolama ve sevkiyat tarafının tüm süreçlerinde sorumluluk aldım. 2015 yılında evlendikten sonra bir gelişme yaşandı ve ben Eskişehir'e yerleştim. Burada yine bir İstanbul firmasının müşteri deposunda depo sorumlusu olarak göreve başladım. Firma beni bölge müdürlüğüne terfi ettirdi. Bölge müdürlüğü yaptığım dönemde de firmanın bölgedeki müşterilerinin hepsi bana bağlı çalışıyordu. O zaman da yaklaşık 350-400 personelim vardı, ekibi yönetiyordum” dedi. Sektöre giriş yaptıkları dönemde 20 metrekarelik bir ofiste hizmet verdiklerini, şu an yaklaşık 30 bin metrekare alanda dünyanın birçok noktasına giden ürünlerin paketleme ve montajını yaptıklarını söyleyen Çil, şunları söyledi: “Burada destek çok önemli. Yine o abimin daha öncesinden kullanmadığı, deposuna kaldırdığı oturma gruplarını alıp Eskişehir'de bir iş hanının 3'üncü katındaki ofiste başlamış bir ticari hayattan bahsediyoruz. 20 metrekare kadar odada 1 masa, 1 bilgisayar ve 3 kişi aynı ekrana bakarak yola çıktığımız bir süreç. Ondan sonrasında bir gün Eskişehir'in yine sayılı sanayicilerinden birinin firmasından telefon aldım ve parça başı iş verebileceğini söyledi.'' ''Bu telefonu aldığım gün cumartesiydi, yalnız çarşamba günü mal kabulü yapmam gerekiyordu. Ortada fabrika, ekipman ve personel yok. Nasıl olacağı noktasında 'Bismillah' dedik başladık ve ben pazar günü yine dost meclisinde, bir fabrikanın yanına sabit giderek ortak arayışında olduğunu öğrendim. Pazartesi günü oraya baktığımda el sıkıştık, ben orayı tuttum. Efenaz'ın ilk fabrikası orası. Tabii fabrikayı tutmakla iş bitmiyor. Ekipman ve yardımcı malzemenin tedariki gerekiyor ama bütçe yok. İnternet sitelerinde 2'nci el ekipman bakıyorduk. İstanbul'da bir firmada aradığımızı bulduk. Yanlış hatırlamıyorsam, o zamanın parasıyla 17 bin lira para gerekiyordu ve ben onu da borç aldım. Görmeden kamyona yükletip Eskişehir'e gönderttik ama nasibimiz de varmış, fişe takar takmaz çalıştı. Biz o ekipmanla yaklaşık 2 sene hiç ara vermeden döküm imalatı yapan bir firmanın paketlemelerini ve montajlarını yaptık.'' ''KADIN İSTİHDAMINA ÖNEM VERİYORUZ'' Sektöre girdikleri ilk günden itibaren kadın istihdamına önem vererek, gerek Eskişehir sanayisine gerek diğer illerdeki sanayilere örnek olduklarını belirten Mehmet Ali Çil, “Şu an yaklaşık 750 personelimiz var, bunların yaklaşık 650'si kadın. Biz kadın istihdamına ağırlık veriyoruz. Aslında ilk yola çıktığımızda da bizim en büyük gücümüzü kadınlar oluşturdu. Eskişehir Organize Sanayi Bölgesi'nde çok fazla kadın istihdamı yoktu'' ifadelerini kullandı.

  • Gönüllüler, çöpte buldukları eşyayı yenileyip öğrencilere hediye ediyor

    Kendilerini "Çöpte bulduk ekibi" olarak adlandıran gönüllü gençler, eski ve kullanılmayan eşyayı yenileyerek, ihtiyaç sahibi öğrencilere dağıtıyor. İstanbul'da yaşayan 27 yaşındaki senarist ve reklam yazarı Melike Yasak, çöpün yanında eski bir komodini görmesi üzerine atılan eşyayı yenilemek için harekete geçti. Arkadaşlarıyla eşyayı tamir edip boyayan Yasak, bunu ihtiyaç sahibi bir öğrenciye hediye etti. Yaptıkları işten memnuniyet duyan ekiptekiler, gönüllü olarak daha çok öğrenciye ulaşmaya, bu işi sosyal sorumluluk projesine dönüştürmeye karar verdi. Atıl eşyanın geri dönüşüm hikayesini ve hediyeleşme anlarını sosyal medya hesaplarından paylaşarak daha fazla öğrenciye ulaşmayı hedefleyen "Çöpte bulduk" ekibi, geniş kitlelere ulaşmayı başardı. Ekiptekiler, yalnızca eşya dönüştürmekle kalmayıp, ihtiyaç sahibi ailelerin evlerini de baştan aşağı yenilemeye karar verdi. Projenin öncüsü Melike Yasak, bu işe başlamadan önce tamirat ve boya işlerinden anlamadığını söyledi. Bu projeyle hem boş vakitlerini değerlendirdiklerini hem de insanlara iyilik yaptıklarını ifade eden Yasak, "Normalde reklam senaryoları yazıyorum, senaristim. Bu işe nasıl başladığımızı anlatmak gerekirse yolda çöp görüyorduk. Biz de çöp kirliliğini azaltmak ve öğrencilere destek olmak için böyle bir proje yapmaya karar verdik. Çöpte bulduğumuz ürünleri alıyoruz, yeniliyoruz, ihtiyacı olan öğrencilere hediye ediyoruz." diye konuştu. Yasak, projeye başlarken zor günler geçirdiği dönemlerinin aklına geldiğini dile getirerek, bu şekilde öğrencilere destek olmak için yola çıktıklarını anlattı. Çöpte bulunan eşyanın dönüşüm aşamasının bitmesinin ardından bunu sosyal medyadan duyurduklarını ve ihtiyaç sahibi öğrencilerin kendileriyle iletişime geçtiklerini aktaran Yasak, şöyle devam etti: "Projeyi yalnızca gönüllülük esasına dayalı yürütüyoruz. Bütün ekip arkadaşlarımız gönüllü şekilde çalışıyor. Öğrencilerimiz ve stajyerlerimiz var. Hiçbir maddi gelir beklemeden bizimle çalışıyorlar. Arada ben boyuyorum, arada ekip arkadaşlarımız boyuyor. Projeyi birlikte ilerletiyoruz. Aslında çevre bilincini de insanlara empoze etmek istedik. Çünkü çevrede o kadar fazla çöp var ki bunlar atılıyor, geri dönüştürülmüyor. Böylece çevrede kirlilik oluyor. Hem bunu önlemek istiyoruz hem de gerçekten ihtiyacı olan insanlara yardım etmek istiyoruz. Hiçbir şekilde bu işten maddi bir çıkarımız yok. Ekibimiz şu an 5-6 kişi. Tabii ki daha fazla ekip arkadaşları arıyoruz. İsteyen insanlar aramıza gelebilirler. Burada boya yapabilir veya bize mesaj atabilirler. 'Elimizde şöyle bir ürün var, gelip alabilir misiniz?' diye bize sorabilirler." "Bizim amacımız gerçekten iyilik yapmak. İyilikle yola çıktık ve bizi destekleyen insanlar da var." diyen Yasak, ilk videoyu attıklarında projenin bu kadar fazla gelişeceğini düşünmediklerini söyledi. Yasak, "Geri dönüşler bizi çok mutlu ettiği için daha farklı şeyler düşünüyoruz. Biz, bir eşyayla yola çıktık ama hayalimiz ihtiyaç sahibi bir ailenin A'dan Z'ye evini yenilemek. Daha fazla kitleye ulaştığımız zaman bunu yapmayı düşünüyoruz." ifadelerini kullandı. "Amacımız gönüllü olarak daha fazla iyilik yapmak" Ekibe Melike Yasak'ın teklifiyle gönüllü dahil olan Nehir Memiş, amaçlarının iyilik yapmak ve ihtiyaç sahibi öğrencilere ulaşmak olduğunu anlattı. Topladıkları eşyanın dönüşüm serüvenini aktaran Memiş, "Aslında baktığınız zaman çok zor bir iş. Çünkü gerçekten bir çöp bulmak, İstanbul gibi büyük bir yerde bazen zor olabiliyor. Bazen de tam tersi şansımız yaver gidiyor ve istemediğimiz kadar çöp bulabiliyoruz. Onları taşırken bile bazen zorluk çekebiliyoruz." dedi. Çöpte buldukları kötü durumdaki nesneyi dönüştürdüklerinde ortaya çıkan güzel sonuçtan mutlu olduklarına dikkati çeken Memiş, şunları kaydetti: "Çöpte bulduklarımızı alıyoruz, ekibimizle beraber değerlendiriyoruz. Nasıl daha iyi yapabiliriz, rengini nasıl ayarlayabiliriz ya da bulduğumuz mobilya nereye daha güzel olur, öğrenciler nasıl rahatlıkla kullanır? Hem onları boyuyoruz hem de kırıklarını onarıyoruz. Bu şekilde serüven devam ediyor. Ben de burada gönüllü çalışıyorum. Öğrenciyim, bir evde kalıyorum ve gerçekten güzel bir projede olduğum için çok şanslıyım. Öğrenci olduğum için bende empati duygusu gelişiyor. Bu kadar güzel ve iyilik dolu bir etkinlikte bir payım olduğu için mutlu oluyorum. Amacımız gönüllü olarak daha fazla iyilik yapmak ve daha fazla ihtiyaç sahibine ulaşabilmek." "Kapımız gönüllü çalışmak isteyen herkese açık" Gönüllülerden Mert Kanbur ise çöpleri teslim aldıktan sonra atölyeye getirip yenilemeye işlemi yaptıklarını söyledi. Tamamen gönüllülük esasıyla devam eden bir projeyi üstlendiklerini kaydeden Kanbur, "İlerleyen etaplarda ihtiyaç sahibi arkadaşların evine kadar gidecek yardım çalışmasında bulunmayı düşünüyoruz. Arkadaşların evini boyamak, tadilatını yapma amacımız var. Daha çok insana ulaşıp, daha çok kitleye hitap edip ve öğrenci arkadaşlarımızı ulaşacağız. Biz de öğrenciyken evimizde bazı eksiklerimiz oluyordu. Bunları tamamlamak için böyle bir yardım projesine başladık." şeklinde konuştu. Projenin oluşum ve dönüşüm aşamasında sosyal medyayı aktif kullandıklarını, bu sayede daha çok öğrenciye ulaştıklarını vurgulayan Kanbur, kendilerine ulaşanları kırmadan mutlu etmeye çalıştıklarının altını çizdi. Kanbur, projede gönüllü çalışmak isteyen herkesi ekibe beklediklerinin dile getirerek, "Amacımız daha fazla kitleye ulaşıp, öğrencilerin dışında ihtiyaç sahibi insanlara daha fazla yardım etmek. Çünkü elimizden gelen imkanların en üst seviyesine ulaşırsak bir insanı daha güldürmüş oluruz. İhtiyacımız olan şey ise daha çok kitle. Kapımız bizimle beraber gönüllü çalışmak isteyen herkese açık, herkesi bekliyoruz." diye konuştu. Grubu sosyal medya üzerinden keşfeden üniversite öğrencisi Ömer Güleryüz, kaldığı evde eşyaya ihtiyacı olması nedeniyle ekiple iletişime geçti. Dönüştürülen eşyayı teslim almaya gelen Güleryüz, "Instagram sayfalarında gördüm, iletişime geçtim, yardımcı oldular. Üniversite 2'nci sınıftayım. Öğrenci evinde bir dolaba, çalışma masası tarzı bir şeye ihtiyacımız vardı. Bizim için gayet işe yarar oldu." ifadelerini kullandı.

  • Seval öğretmen, koruyucu ailesi olduğu otizmli Güneş'in 14 yıldır elini bırakmıyor

    Antalya'da 14 yıl önce henüz bebekken parkta babasıyla yaşarken bulduğu Güneş'in koruyucu aileliğini üstlenen Seval Aydın, otizm teşhisi konulan çocuğun aile ortamında hayata yeniden başlamasını sağladı. Konyaaltı ilçesinde yaşayan sınıf öğretmeni Seval Aydın, eşi Cabir Aydın ile gece yürüyüş yaptıkları sırada parkta babasıyla kalan 1,5 yaşındaki bebeğin sürekli ağladığını fark etti. Üşüdüğü ve aç olduğunu öğrendiği Güneş adlı bebeğe anne şefkatiyle yaklaşan Aydın, bebeğin karnını doyurup ve ısıttıktan sonra durumu polise bildirdi. Polis ekiplerinin irtibata geçmesiyle aile ilgili araştırma başlatan Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü, minik Güneş'i çocuk yuvasına götürdü. Minik bebeğin o gece kucağında huzurlu bir şekilde uyumasından etkilenen Seval öğretmen, eşiyle bebeğin koruyucu ailesi olmak için Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğüne başvurdu. Çiftin başvurusunun uygun görülmesi ve gerekli prosedürün tamamlanmasının ardından bebek, aileye teslim edildi. Eşiyle yuvalarını açtıkları Güneş'i sevgiyle bağrına basan Seval Aydın, bebeğe gözü gibi bakmaya başladı. Bir süre sonra davranışlarında farklılık hissedilen ve otizm teşhisi konmasına rağmen Güneş'in elini bir an olsun bırakmayan Aydın, "O bizim insanlığımızın, merhametimizin, iyiliğimizin aynası ve biz onun gözlerinde kendimizi görüyoruz." dediği çocuğun eğitimiyle de yakından ilgileniyor. Güneş, ağır otizmli olmasına rağmen koruyucu ailesinin ilgisi ve desteğiyle eğitimini başarıyla sürdürüyor, resim ve müzik eğitimi alıyor. Şimdi 16 yaşında olan Güneş, 14 yıldır mutlu, huzurlu bir aile ortamında yaşıyor. "Duyduğu ses ve ritimleri zihnine çok güzel kaydediyor" Seval Aydın, Güneş'i ilk gördüklerinde çok kötü bir durumda olduğunu belirtti. Bebeği görmemezlikten gelemediklerini ifade eden Aydın, "Parkta bebeği kötü durumda gördüğümde arkamı dönüp gitseydim kendime hep 'O çocuk ne oldu?' diye soracaktım. Annelik iç güdüsüyle kucaklayıp bağrıma bastığımda, gözlerine baktığımda o çocuğun bir koruyucusu olması gerektiğini hissettim. Bana ilk baktığındaki o güven dolu bakışları yıkamazdım. O da minik avcunun ortasında parmağımı sıkıca tutuyor ve bırakmıyordu. O an da anne ve oğul bağı kuruldu." dedi. Koruyucu aileliğin çok ciddi bir sorumluluk ve cesaret olduğunu anlatan Aydın, şöyle devam etti: "Bu sorumluluğu hiç tereddütsüz aldık. Çünkü korunmaya muhtaç çaresiz bir bebek vardı karşımızda. Güneş ile yeni bir hikayemiz, yeni bir hayatımız başladı. 3 yaşındayken hafif zihinsel engel tanısı kondu. Okula başlayınca zihinsel geriliği daha da arttı. Rehabilitasyon merkezlerinden ve özel eğitim öğretmenlerinden özel ders almaya başladık. Yaş ilerledikçe otizm belirtileri arttı, ergenlik sürecinde ise ağır otizm spektrum bozukluğunun tipik özellikleri belirdi." "Önemli bir ressam olacağına inanıyorum" Güneş'in hayatını kolaylaştırmak için düzenli psikolog ve psikiyatrist desteği aldıklarını vurgulayan Aydın, "Gözümüz hep üzerinde oldu. Özel gereksinimli bireylerin ebeveynleri bedensel, duygusal ve ruhsal olarak çok sabırlı, anlayışlı, dirençli ve uyanık olmak zorunda. Farkındalığımızı hep yüksek seviyede tuttuk." diye konuştu. Otizmli bir bireyle yaşamanın zorlukları olduğunu anlatan Aydın, şöyle konuştu: "Sabır ve merhamet bu işin ilacı. Onun gelişimi için eğitimi kadar, sosyal yaşamına da önem verdik. Arkadaşlarıyla beraber düzenli olarak sosyal aktiviteler yaptık. Birlikte 20'den fazla ülkeyi gezdik. Küçük yaşta müzik terapisi yapmaya başladık ve müzik kulağı çok güzel gelişti. Duyduğu ses ve ritimleri zihnine hatasız kaydediyor. İyi bir müzik kulağı var. Sözel ifadeyle anlatamadığı her şeyi resmetmesini sağladık. Çizgiler onun cümlesi haline geldi, çizgileri konuşturdu. Resim konusunda inanılmaz yeteneği var. Önemli bir ressam olacağına inanıyorum." "Elimizi bir an olsun üzerinden çekmiyoruz" Cabir Aydın da Güneş'in hayatına dokunmanın mutluluğunu yaşadıklarını dile getirdi. Güneş'in de kendi hayatlarına çok şey kattığını belirten Aydın, şunları kaydetti: "Güneş bizim yaşamımızın merkezi oldu. Günlük yaşamımızı onun ihtiyaçları doğrultusunda düzenliyoruz. Çok özel bir çocuk. Anne ve baba sevgisine her zaman ihtiyacı var. Elimizi bir an olsun üzerinden çekmiyoruz. İnsanlar 'Emekli olmuştunuz. Konforlu bir hayatınız var. Neden böyle bir sıkıntıya girdiniz?' diye sordular ama biz bir an olsun pişman olmadık. Güneş'i emanet edeceğimiz kızımızdan başka kimse yok. Onun geleceği için gerekli tedbirleri alıyoruz. Bütün hayatımızı ona göre kurguluyoruz."

  • Amerikan Matematik Olimpiyatı'nda birinci olan Denizlili öğrenci yaşadığı gururu anlattı

    Denizli'nin Merkezefendi ilçesinde yaşayan ve Amerikan Matematik Olimpiyatı'nda birinci olan 10 yaşındaki Selahattin Çınar Öner, "Ben de Cahit Arf gibi ülkemi gururlandıracak bir matematikçi olmak istiyorum." dedi. Havva-Süleyman Yağlıca Ortaokulu 5'inci sınıf öğrencisi Selahattin Çınar Öner, ilkokula başlamadan önce merak sardığı matematikte çeşitli organizasyonlarda dereceler elde etti. Kasım ayında Singapore International Mastery Contests Centre ve ABD Southern Illinois University tarafından ortaklaşa düzenlenen ilkokul, ortaokul ve lise öğrencilerine yönelik uluslararası matematik yarışması Amerikan Matematik Olimpiyatı'na katılan Öner, gözetmen eşliğinde çevrim içi yapılan sınavda ter döktü. Öner, 40 ülkeden yaklaşık 3 bin öğrencinin katıldığı organizasyonda tam puan alarak kendi seviyesinde birinci oldu. "Masal dinlemek yerine matematik soruları sordururdu" Öner, gazetecilere matematiği çok sevdiğini, annesiyle küçük yaşta beri matematik soruları çözdüğünü, sınavda birinci olmaktan gurur duyduğunu söyledi. Yarışmalara katılmaya devam edeceğini ifade eden Öner, şöyle konuştu: "Ben de Cahit Arf gibi ülkemi gururlandıracak bir matematikçi olmak istiyorum. TÜBİTAK'ta da başarı elde etmek istiyorum. Yarışmalara sorular çözerek hazırlanıyorum. Boş zamanlarımda matematik soruları çözüyorum, yarışmaların geçmiş yıllardaki sorularına bakıyorum." Anne Damla Topaloğlu ise oğlunun birinci olmasından duyduğu mutluluğu dile getirerek, "Markette alışveriş yaparken bile hesaplamalar yapardı. Geceleri uyurken masal dinlemek yerine matematik soruları sordururdu." dedi.

  • Nevruz köyünün girişimci kadınları başarı hikayeleriyle hemcinslerine ilham kaynağı oluyor

    Çanakkale'nin Yenice ilçesinde 3 yıl önce kurulan Nevruz Köyü Kadınları Kooperatifinin üyeleri, ödülle taçlandırdıkları başarıları ve gösterdikleri dayanışmayla hemcinslerine örnek teşkil ediyor. Merhum iş insanı İbrahim Bodur'un memleketi Nevruz köyünde yaşayan kadınlar, Kale Grubu Başkanı ve Üst Yöneticisi (CEO) Zeynep Bodur Okyay'ın desteği, Ayşe Pirhasoğlu Akbaş'ın mentörlüğünde çıktıkları üretim yolculuğunda birlikte başarmanın gururunu yaşıyor. Kooperatifin hikayesi, 2020'de iki katlı köy okulunun giriş katındaki sınıfta yaktıkları sobanın başında üretim yapan 4 kadınla başladı. Zeynep Bodur Okyay'ın önerisi üzerine köye giden Akbaş'ın, kadınların kooperatif çatısı altında bir araya gelmesi fikrini sunmasından 4 ay sonra 2021'in şubat ayında kuruluş gerçekleşti. Bugün 16 kişiyle üretime devam eden kooperatifin üyeleri, kumaş tasarımcısı Fırat Neziroğlu'nun kendileri için özel olarak tasarladığı "Nevruz bezi"ni dokumayı öğrendi. Kooperatifin maskotu horoz "Ferit"in görseli ürünlere işleniyor Tasarım belgesini aldıkları Nevruz bezinden kaftan diken kadınlar, ürün seçkilerini zamanla artırdı. Yün patik ören, kağıt ipten hasır şapka yapan, pazen kumaştan elbise diken kadınlar, kooperatifin maskotu haline gelen horoz "Ferit"in görselini çanta, önlük, peştamal gibi ürünlere işliyor. Yenice'nin biberi meşhur olduğu için kapyayı kooperatifin logosu olarak belirleyen kadınların ördüğü yün patik ve hasır şapkalar, ABD'deki bir mağazada satışa sunuluyor. Özenle paketlenen diğer ürünler ise e-ticaret mağazası üzerinden alıcılarına ulaşıyor. 2024 Halkbank Üreten Kadınlar Yarışması'nda "Kadın Kooperatifi Ödülü" kazanmanın gururunu yaşayan, üretime ara verdikleri saatlerde yemek konusunda hünerlerini sergileyen kadınlar, soğuk kış günlerinde sobayla ısıttıkları mutfakta kurdukları sofranın etrafında toplanıyor. "Biz büyükşehirdekiler böyle bir kaçışın hayalini kuruyoruz" Hemcinslerine örnek olan kooperatifin mentörü Ayşe Pirhasoğlu Akbaş, AA muhabirine, İbrahim Bodur'un 1957 yılında Çanakkale Seramik firmasını kurarak köyüne, yöresine, doğduğu topraklara hizmet vermiş bir duayen olduğunu, "Sizi siz yapan değerlere sahip çıkın çünkü onlar bir ağacın kökleri gibi sizi ayakta tutacaktır." sözüyle daima onu yanlarında hissettiklerini söyledi. İlham dolu yaşam yolculuğunda ellerinden geldiğince bulundukları yerin hakkını vermeye çalıştıklarını belirten Akbaş, kooperatif üyesi kadınlarla buluşma hikayesini şöyle anlattı: "Bu köyle tanışmam 2020 yılında eşim vasıtasıyla oldu. 1992 yılından beri Çanakkale Seramik'te çalışıyor. Zeynep Bodur Okyay, bir sohbet sırasında bana bu köyden bahsetti, ilgimi çekebileceğini düşündü. Çok müthiş bir öngörüsü var. Buraya ilk geldiğimde 3-4 kadın bir sınıfta toplanmış bir şeyler yapmaya çalışıyordu. Kısa bir sohbetten sonra neden burada olduklarını sordum. Özgür hissettikleri için burada olduklarını söylediler. Bu beni çok etkiledi. Sobanın yanması, üstündeki salçalı ekmekler, çay... Çok sıcak bir ortam. Biz büyükşehirdekiler böyle bir kaçışın hayalini kuruyoruz. Benim için önemli bir adım oldu. Arkadaşım, dostum oldular. Gidecek bir köyüm, çalacak kapılarım oldular." Akbaş, ortak bir hareketle, Zeynep Bodur Okyay'ın mihmandarlığında önce fiziksel ortamı toparladıklarını, "Sonra neler üretmeliyiz?" diye düşündüklerini dile getirdi. "Kaliforniya'da bir firma 3 yıldır patiklerimizi alıyor" Logoyu belirlediklerini kaydeden Akbaş, "Olmayanı yapmak, unutulanları tekrar hayata geçirmek istedik. Pazenle yola çıkmak istedim. Özellikle benim yaş grubumda geçmişe döndüğümüzde pazenle ilgili anısı olmayan yok gibi. O yüzden ilk ürünümüz pazen oldu. Sonra patikleri modernize etmeye karar verdik. O patikler çok ses getirdi. Şu anda Kaliforniya'da bir firma 3 yıldır patiklerimizi alıyor." diye konuştu. Akbaş, kumaş tasarımcısı Fırat Neziroğlu'nun köye gelerek Nevruz bezini hayata geçirmesinin, kadınların kooperatif yolculuğunu farklı bir noktaya taşıdığını vurguladı. Neziroğlu'nun, Anadolu'da orta kalınlıkta bir kumaşın olmadığını söylediğini anlatan Akbaş, şu bilgileri verdi: "Biz süreci tamamen kendisine bırakmıştık. Onun tasarladığı bezi, Nevruz bezi olarak dokuyoruz ve tasarım belgesini de aldık. Bu, bizim üretimdeki en büyük başarımız. Fırat Hoca'nın tasarladığı kısa bir kaftan modelimiz var. Anadolu'yu geziyor, oradaki eski kalıpları gün yüzüne çıkarıyor. O kalıplardan esinlenerek biraz modernize ettiği bir kalıbı bize hediye etti. O kaftanı zaman içinde çeşitlendireceğiz. Özellikle modelden önce renklendirmek üzerine planlarımız var. Gelecek ay Nevruz bezini kök boyalarla, bitkilerle nasıl renklendireceğimizin çalışmasını yapacağız. Küçük bir çanta denemek istiyoruz. Ürünlerimizin hepsi Shopier'da satılıyor. Web sayfamız henüz hazırlanmadı. Teknik olarak onun çalışmalarına da başladık." "İdealler önemli, çalışmak önemli" Üyelerden Fatma Ülke de kooperatifin sosyal olarak kendilerine birçok şey kattığını, birlikte hem vakit geçirdiklerini hem üretim yaptıklarını hem de aile bütçesine katkı sağladıklarını belirtti. Uyum içinde çalıştıklarını anlatan Ülke, "Arkadaşlarımızla çok güzel anlaşıyoruz. Evden çıkarken acele ediyoruz; 'Bir an önce kooperatife gidelim, arkadaşlarımızla beraber olalım' diye. Çok güzel vakit geçiriyoruz. Önlük, kaftan, pantolon, bluz, ceket, bardak altlığı, patik, şapka üretiyoruz. Nevruz kumaşını dokumayı öğrendik. Hem dokuyoruz hem dikiyoruz, epey ilerlettik." değerlendirmesinde bulundu. Canan Aydın ise yarışmada elde ettikleri ödülü beklemediklerini, kendileri için büyük sürpriz olduğunu ifade etti. Kadın kooperatiflerine, yol arkadaşlarını iyi seçmelerini tavsiye eden Aydın, "Çünkü yol arkadaşlarınızın aynı zamanda sırtınızı yaslayabileceği insanlar olması lazım. İyi günde kötü günde arkadaşlarımızla üretmeye çalışıyoruz. İdealler önemli, çalışmak önemli. Ayşe Hanım bizim için çok büyük bir velinimet. Bakış açısı, bize kattığı çok şey var. Çok kıymetli birisi. İnşallah herkesin bizim gibi mentörü olsun." ifadesini kullandı.

Arama Yap

bottom of page