Boş arama ile 783 sonuç bulundu
- Erzincan'da Jeotermal Serada 1000 Ton Domates Üretilecek!
Erzincan'dan Avrupa'ya Domates İhracatı: Jeotermal Sera İle Modern Tarımda Büyük Atılım Ekşisu bölgesinde devlet desteğiyle kurulan 40 dönümlük jeotermal serada bu sezon 1000 ton salkım domates üretilmesi hedefleniyor. Yatırımcı Tuncay ve Baycan Sarısu kardeşlerin modern tarıma katkılarıyla, jeotermal kaynağın kullanıldığı serada topraksız tarım ile üretim yapılıyor. Almanya ve Romanya'ya ihraç edilecek domatesler, bölgenin tarım potansiyelini de gözler önüne seriyor. Serada 45 kişi istihdam edilerek bölge ekonomisine önemli bir katkı sağlanıyor. Yıl sonuna kadar 2. etabın, gelecek yıl ise 3. etabın faaliyete geçmesiyle Erzincan, Türkiye'nin önemli sera merkezlerinden biri olma yolunda hızla ilerliyor.
- Güzellik ve İnovasyonun Adresi: Aynur Düzgün Güzellik ve SMP Merkezi
Aynur Düzgün, güzellik sektörüne 2006 yılında adım atarak, o tarihten bu yana Ankara Çayyolu ve Amerika Arizona'daki merkezleri ile hem Türkiye’de hem de uluslararası arenada adından söz ettiriyor. Yenilikçi yaklaşımı ve müşteri memnuniyetine odaklanan hizmetleri sayesinde sektöre yön veren bir isim haline gelen Aynur Düzgün, yılların getirdiği deneyim ve uzmanlıkla her geçen gün büyümeye devam ediyor. 2006 yılında güzellik sektörüne güçlü bir giriş yapan Aynur Düzgün, Ankara Çayyolu'ndaki VIP hizmet anlayışıyla sektörde öne çıkan bir isim haline gelmiştir. Saç simülasyonu (SMP) konusunda Türkiye’de öncülerden biri olan Düzgün, aynı zamanda bu alanda akademik düzeyde eğitim veren bir eğitmendir. Müşterilerine en iyi hizmeti sunma kararlılığıyla, güzellik alanındaki yenilikçi ve ileri teknolojileri Türkiye'ye getirmeye devam etmektedir. Güzellik Uygulamalarında İleri Teknolojiler Aynur Düzgün Güzellik ve SMP Merkezi, özellikle saç simülasyonu (SMP) ve bölgesel incelme konularında gelişmiş teknikleriyle sektörde fark yaratmaktadır. Aynur Düzgün, Türkiye’de saç simülasyonu işini ilk yapan uzmanlardan biri olarak bu alanda lider konumunu korumaktadır. Merkez, yenilikçi uygulamalarıyla müşterilerine sadece güzellik değil, kendine güveni yeniden kazanma fırsatı sunarken, en son teknolojileri kullanarak sonuç odaklı hizmetler vermektedir. Ayrıca, cilt bakımı, epilasyon ve kalıcı makyaj gibi güzellik alanlarında da ileri düzeyde hizmetler sunarak sektördeki yerini sağlamlaştırmaktadır. Aynur Düzgün, Amerika’nın Arizona eyaletinde de projeler yürütmektedir. Arizona’daki şubede uyguladığı güzellik ve bakım hizmetleri ile uluslararası alanda önemli bir etki yaratmaktadır. Türkiye’deki merkezinde de en iyi bakım ve teknolojik yenilikleri müşterilerine sunmaya devam ediyor. Uluslararası Eğitim ve Akademik Başarı Aynur Düzgün, sadece bir güzellik uzmanı değil, aynı zamanda uluslararası geçerliliğe sahip sertifikalar veren bir eğitimcidir. Akademik düzeyde verdiği eğitimlerle, sektördeki profesyonellerin yetişmesine katkıda bulunuyor. Güzellik ve bakım alanında eğitim almak isteyenlere verdiği eğitimlerle hem Türkiye’de hem de dünyada tanınan bir isim haline gelmiştir. "En İyisini İstediğinizi Biliyoruz" Aynur Düzgün Güzellik ve SMP Merkezi, müşteri memnuniyetini her zaman en üst seviyede tutmayı hedefleyen bir anlayışla hizmet vermektedir. “En iyisini istediğinizi biliyoruz” sloganıyla hareket eden merkez, müşterilerine VIP hizmet sunarak sektörde iddialı bir yer edinmiştir.
- Selen Kısmet: Sanat ve Moda Dünyasında Sınırları Aşan Bir Vizyoner
"Minimalizmin Gücüyle Sanatı Giyilebilir Hale Getiren Tasarımcı" Sanat ve modanın kesiştiği noktada, yaratıcılığı ve yenilikçi bakış açısıyla öne çıkan isimlerden biri Selen Kısmet. Kariyerine sanatı merkeze alarak başlayan Selen, kısa sürede hem sanat hem de moda dünyasında büyük bir çıkış yaparak dikkatleri üzerine çekti. Onu diğerlerinden ayıran en önemli özelliği ise, sanatı sadece galerilerde sergilenen bir unsur olmaktan çıkarıp, insanların günlük yaşamlarına entegre edebilmesi. Işık Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nden mezun olan Kısmet, sanata olan derin tutkusunu eğitim hayatı boyunca hiç kaybetmedi ve bu tutku onu New York'taki dünyaca ünlü Pratt Institute of Fine Arts'a kadar götürdü. Pratt Institute'taki eğitimi, Selen’in sanatsal ufkunu genişletti ve minimalizm felsefesi üzerine yoğunlaşmasını sağladı. Yağlı boya tablolarında "az, ama öz" felsefesini benimseyen Selen, bu sanatsal yaklaşımını moda dünyasına taşıma vizyonuyla hareket etti. Sanatı, sadece sanatseverlerin değil, herkesin ulaşabileceği bir forma sokmak isteyen Kısmet, kendi moda markasını yaratmaya karar verdi ve 2024 yılında “Kısmet Fashion” doğdu. Sanatı Modaya Dönüştürmek: Kısmet Fashion Kısmet Fashion, sadece bir moda markası olmanın çok ötesinde bir felsefeyi temsil ediyor. Selen Kısmet, sanatı “giyilebilir” hale getirme fikrinden yola çıkarak, sanat eserlerini günlük hayatta kullanılabilecek ürünlere dönüştürmeyi hedefledi. Onun markası, minimalizmin sanattaki etkisini moda dünyasına taşıyarak, zarif ve sade çizgilerle, sanatı modanın bir parçası haline getirdi. Selen, markasının temelini sanat ve tasarımın mükemmel birleşimi üzerine kurdu. Her bir koleksiyonda, tasarımlarını oluştururken kullandığı detaylar, aslında onun sanatsal perspektifini yansıtıyor. Her parça, sanat eserlerinin özenle seçilmiş fırça darbeleri gibi, zarafet ve anlam taşıyor. Yağlı boya tablolarındaki minimalizmi, kıyafetlerde sade ve modern çizgilerle buluşturan Kısmet, “giyilebilir sanat” konseptiyle sanatın klasik sınırlarını tamamen kırdı. Kısmet Fashion, sanat ve modayı bir araya getiren bu vizyoner bakış açısıyla kısa sürede uluslararası alanda da büyük ilgi görmeye başladı. Sanat ve Moda Dünyasında Bir Başarı Öyküsü Selen Kısmet, giyim dünyasında sanatı bu denli etkili bir şekilde kullanabilen nadir isimlerden biri olarak öne çıkıyor. Kendi markasıyla, klasik modanın ötesine geçerek sanatı herkesin ulaşabileceği bir hale getirdi. "Giyilebilir sanat" konsepti, hem sanat dünyasında hem de moda dünyasında büyük bir yankı uyandırdı. Kısmet, bu inovatif yaklaşımı sayesinde sanatseverleri ve moda tutkunlarını aynı potada buluşturmayı başardı. New York’taki sanat eğitiminin ardından Türkiye’ye dönen Selen, kendi markasını kurma hayalini gerçeğe dönüştürdü. Kısmet Fashion, hem yerel hem de global pazarlarda sanat ve modayı bir araya getiren bir marka olarak hızla tanındı. Dünya çapında çevrimiçi satışa başlayacak olan Kısmet Fashion, sanatın insanların günlük yaşamlarına dokunabileceğini kanıtlıyor. Moda Dünyasında Gelecek Vizyonu Selen Kısmet'in geleceğe dair en büyük hedeflerinden biri, sanatı daha fazla insana ulaştırmak ve modayı sanatla daha derin bir boyutta buluşturmak. Sanat ve modayı bir araya getiren bu eşsiz yaklaşım, onun markasının gelecekteki başarısını da garantiliyor gibi görünüyor. Giyilebilir sanat, sadece bir trend değil, aynı zamanda kalıcı bir sanat-moda birlikteliği olarak moda dünyasında devrim yaratmaya aday. Selen’in sanatsal başarıları, moda dünyasındaki yükselişiyle birleşince, onu geleceğin en çok konuşulan isimlerinden biri haline getiriyor. Yaratıcılığı ve cesur vizyonu sayesinde, moda ve sanat dünyasında sınırları aşmaya devam edecek gibi görünüyor.
- Gökçe Bayraktar: Hobiyle Başlayıp Dünyaya Açılan Başarı Hikayesi
Gökçe Bayraktar, hobi olarak başladığı dekoratif aksesuar üretimini uluslararası ticarete dönüştürmeyi başaran ilham verici bir kadın girişimci. Özel bir bankada 11 yıl boyunca çalıştıktan sonra istifa ederek Bartın’a yerleşen Bayraktar, evinin bir odasında betondan saksı ve dekoratif aksesuarlar üretmeye başladı. Tasarıma olan ilgisini, mağaza işletmeciliğinden edindiği tecrübeyle birleştirdi. İlk başta sadece hobisi olarak başlayan bu uğraşı, zamanla internet ortamında satış yapmaya başlamasıyla büyük bir ilgi gördü. Siparişlere yetişmekte zorlanan Bayraktar, KOSGEB İleri Girişimci Destek Programı’na başvurarak aldığı kuruluş desteği ile 2019 yılında kendi işletmesini kurdu. KOSGEB’in makine-teçhizat ve performans desteklerinden de faydalanarak, işini büyütmeye devam etti. Bugün, Bartın’da 750 metrekarelik modern bir fabrikada seramik, porselen sofra takımları, dekoratif aksesuarlar ve heykeller üretmekte, 12 kişiye istihdam sağlamaktadır. Bayraktar’ın girişimi, Megg Decor markasıyla uluslararası pazarda yerini aldı. Başta Amerika, Almanya ve İngiltere olmak üzere 50’den fazla ülkeye ihracat yaparak küresel ticarette de önemli bir yer edinmeyi başardı. Kadın girişimciliğinin en güzel örneklerinden biri olan Gökçe Bayraktar, KOSGEB destekleriyle büyüttüğü işini uluslararası bir başarıya dönüştürerek birçok kadına ilham kaynağı olmuştur.
- Bulaşıkçılıktan kraliyet ailesinin mutfak şefliğine uzanan lezzet yolculuğu
Bulaşık yıkayarak başladığı mesleğinde hazırladığı meyve tabağıyla iyi bir mutfak şefi olma yolunun kapısını aralayan Hüseyin Doğruöz, ortaya koyduğu eşsiz lezzetlerle Türk mutfağının tanıtımına katkı sunuyor. Doğruöz'ün serüveni çocukluğunda Hatay'ın Yayladağ ilçesi Çaksına (Dağdüzü) köyünde yaşadığı dönemde ilçedeki restoranlara giderek bulaşıkçılık yapmasıyla başladı. Daha 14 yaşındayken aşçı olmayı kafaya koyan Doğruöz köyünde kalmamak için mesleğine sıkı sıkıya sarıldı. Babasının köye dönmesi için ısrar etmesine rağmen önce Mersin'e, ardından İzmir'e giden Doğruöz, farklı otel ve restoranlarda 3 yıl bulaşık yıkadı. Soğuk meze bölümünde 7 yıl çalışan Doğruöz, hem aşçılık eğitimi aldı hem de mesleğini en iyi şekilde yaparak, 23 yaşında şefliğe yükseldi. Mesleğini çok sevdiği için zorlu sürecin üstesinden gelen Doğruöz, Hatay'a döndüğünde kendi restoranını açtı. Mülk sahibi ile yaşanan anlaşmazlık nedeniyle burayı kapatan Doğruöz, aşçılık mesleğini bazı tarihi restoranlarda ve otellerde sürdürdü. Meyve tabağı dönüm noktası oldu İskenderun'da restoranda çalışırken Suudi Arabistan'dan gelen bir devlet adamı için yaptığı meyve tabağı çok beğenilince bu ülkeye davet edilen Doğruöz, hem Arapça öğrendi hem de Arapların yemek kültürünü araştırarak, Kral Abdullah'ın ailesine 18 yıl yemek yaptı. Doğruöz, kısa sürede elde ettiği başarılar ile Kral Abdullah'ın veliaht prens olduğu dönemde restoran ve otellerini başaşçı olarak yönetti. Kral Abdullah ile birçok ülkeyi gezen Doğruöz, gittiği ülkelerin kral, cumhurbaşkanı, başbakan ve ünlülerine Türk ve Osmanlı mutfağının eşsiz lezzetlerini tattırdı. Doğruöz, Türk siyasi hayatına damga vuran Alparslan Türkeş, Erdal İnönü, Mesut Yılmaz, Turgut Özal başta olmak üzere eski İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi'nin de olduğu yerli ve yabancı birçok ünlüye yemek yaptı. Üç çocuk, 7 torun sahibi Doğruöz, 12 yıl önce düzenlenen bir etkinlik sırasında yardım amaçlı gittiği Antalya'daki TRT'nin Lara Kampında yemekleri çok beğenilince burada çalışmaya başladı. Eşiyle sabahın erken saatlerinde restoranın mutfağına giren başarılı aşçı, kendi yorumunu da katarak birbirinden lezzetli menüler çıkarıyor. Her yaş grubuna göre lezzetli yemek çıkarmayı başaran 57 yaşındaki Doğruöz, AA muhabirine, üç yıl restoranlarda bulaşık yıkadığını söyledi. Yemek yapmayı sevdiği için hep aşçı olmayı hedefleyen Doğruöz, verdiği mücadeleyi anlatırken şu anısını paylaştı: "Pansiyonda 16 yaşında çalışırken aşçı erken çıkmıştı, patronun misafirleri geldi. 'Balık buğulama yapmasını biliyor musun' dedi. Biliyorum dedim, tencereye suyu doldurdum, balıkları içine attım. Balıkları çekiyorum sadece kılçığı çıkıyor, kuyrukları elimde kaldı. Saatlerce ağladım, usta bana öğretmemişti. Patron da sonra ustama kızdı, öğreteceksin dedi." "Güzel şeyler yapmaya çalıştık ve başardık" Bazı ünlü restoranlarda da çalıştığını belirten Doğruöz, şunları kaydetti: "Suudi Arabistan'dan müşteri vardı. Ustam, 'önemli bir misafirimiz var, 7 katlı bir meyve tabağı hazırlıyorsun' dedi. Yapmak istemedim, tartıştık. Bugünkü gibi hazır aparatlar yoktu. Bardağı yapıştırıp, kolayla pişirip bir sürü zahmetli işti. Meyve tabağını hazırlamak için 1,5 saat uğraştım. Müşteri çok beğenmiş, masaya çağırdılar. Sonrasında kısmet oldu Suudi Arabistan'a gittim. Kral Abdullah'ın evinde 8 yıl çalıştım, restoran ve otellerini de 10 yıl yönettim. Türkiye'den yüzlerce insanı oraya götürerek, iş sahibi olmasını sağladım. Çok iyi ustaları götürerek güzel şeyler yapmaya çalıştık ve başardık." Kraliyet ailesinin kuzu tandırı, kepse ve büryan pilavını çok sevdiğini belirten Doğruöz, "Türkiye'den malzemeler götürüyorduk. Gaziantep'ten 5 ton salça götürmüştüm. Türk mutfağı için çok uğraştım, Araplar seviyordu. Aynı zamanda çeşnici başıydım, Kral Abdullah gittiği ülkelere beni yanında götürürdü." diye konuştu. Misafirlerine özel yemekler yapmayı sevdiğini, aynı malzemelerden farklı yemek çıkarabildiğini vurgulayan Doğruöz, 43 yıldır mesleğini severek yaptığını aktardı. Tencere yemeklerinde, soğuk mezelerde çok iyi olduğunu vurgulayan Doğruöz, "Misafirlerimiz belirli bir yaş üstü, tansiyon hastası olabiliyor. Yemeklerin hem lezzetli hem sağlıklı olması gerekiyor. Çok şükür bunu başarıyorum." diye konuştu. Türkiye'nin her yöresinde yemek kültürü var Doğruöz, Türkiye'nin her yöresinde yemek kültürü olduğunu belirterek, şöyle devam etti: "Osmanlı mutfağının da yaygınlaşması için araştırmalar yaptım. Türk mutfağı hak ettiği yerde değil, ileriye taşımak lazım. Bunun için çok mücadele ettim. Dünyada kendi sosuyla pişen tek yemek kültürü bizde var. Fransa'da, İtalya'da ızgara üzerine sos sonradan dökülüyor. Yurt dışında Türk yemeklerinin ismi İngilizce, Almanca, Fransızca olarak yazılıyor. Kuru fasulye, güveç, bulgur pilavı gibi yemeklerin ismini farklı dile çevirmemek gerekiyor. Lahmacuna Turkish pizza deniyor, hiç alakası yok. Dünyanın her yerinde Türk yemekleri, Türkçe olarak yazılmalı." Katıldığı birçok yemek yarışmasında ödül kazanan Doğruöz, her gün saat 06.00'da kalktığını, 23.00'e kadar mutfakta severek çalıştığını söyledi.
- Üç kuşaktır mütevazı atölyelerinde tarım makineleri üretiyorlar
Konya'nın Sarayönü ilçesinde, üç kuşaktır demircilik yapan aile, mütevazı atölyelerinde kısıtlı imkanlarla ürettikleri patentli tarım makineleriyle ülke tarımına katma değer sağlıyor. Yaklaşık bir asır öncesine dayanan mesleklerini, her kuşakta eğitimle destekleyen ve ustalıklarını pekiştiren aile, yakaladıkları kalite standardıyla ürettikleri kombi kürüm, kültivatör, goble, diskaro gibi ürünlerini birçok ilin yanında yurt dışına da satıyor. Ailenin, 66 yaşındaki ikinci kuşak ustası Selami Helvacılar, mesleği öğrendiği babasının 10 sene önce hayatını kaybettiğini söyledi. Babasının çocuk yaşlarda öğrendiği mesleği ve kurduğu atölyeyi bugünlere getirmenin mutluluğunu yaşadığını belirten Helvacılar, işi iki oğluna devretmenin huzurunu yaşıyor. İyi bir usta olan babasının teşvikiyle meslek lisesine gidip torna tesviye bölümü okuduğunu anlatan Helvacılar, "Okulun da çok katkısını gördüm. Bilmediklerimizi öğrendik. Babam yaşlanınca işi bana bıraktı. Ben de çocuklarımı yetiştirdim. Çok zor şartlarda, kısıtlı imkanlarla güzel şeyler yaptık. Çalışmaya, çekici kaldırmaya gücüm yettiği gün başladım, çekici kaldıramayacak duruma gelinceye kadar çalışacağım çünkü bu iş bünyemize iyice sirayet etmiş, çalışmadan duramıyorum." dedi. "Biz kazandığımız paradan çok aldığımız takdire seviniyoruz" Helvacılar'ın 37 yaşındaki makine mühendisi oğlu Mustafa da işi küçük yaşlarda öğrenmeye başladığını, eğitimini de buna göre şekillendirdiğini dile getirdi. Dedesinden ve babasından öğrendiği ustalığı üniversite eğitimiyle pekiştirince çok güzel sonuçlar aldığına dikkati çeken Helvacılar, "Kendi makinemizi tasarlayabiliyoruz. Çizimlerini kendimiz yapıyoruz. Bilimsel ve teknolojik yöntemleri kullanıyoruz. Bu şekilde kalite artıyor. Ülkemize bir katma değer sağlamaya çalışıyoruz. Bugün yurt dışına bir ürün gönderdiğimiz zaman ilçemize döviz giriyor. Zamana ayak uydurup değişime açık olmazsanız bitmeye mahkumsunuz. Kendi patentli ürünlerimiz var. Mesela kombi kürüm dediğimiz makinemizin 15 yıldır uluslararası patent hakkı var. Kültivatör modellerimizin faydalı model sertifikaları var." diye konuştu. Ülke tarımına katkı sunmanın gururunu yaşadıklarını vurgulayan Helvacılar, şöyle devam etti: "Bizim ürettiğimiz makineleri çiftçiler, illaki almak zorunda. Bunu neden Almanya'dan ithal etsinler? Bugün bu ürünler yurt dışında çok daha yüksek fiyatlardan satılıyor. Aynı kaliteyi sununca çiftçimiz de dışarıdan almak zorunda kalmıyor. Türkiye'nin dört bir tarafına makine gönderiyoruz. Müşterilerimiz ürünü teslim alıp, bize memnuniyetini bildirince ülke tarımına verdiğimiz katkıyı anlıyoruz. Biz kazandığımız paradan çok aldığımız takdire seviniyoruz. Diğer taraftan da ithal gelecek ürünlerin önüne geçiyoruz." Selami ustanın 43 yaşındaki makine teknikeri oğlu Hasan ise oğlunun da tatillerde atölyeye çalışmaya geldiğini, mesleği dördüncü kuşak olarak ona aktarmak istediğini söyledi.
- Kahve çekirdeklerinin kalitesini güçlü damaklarıyla ortaya çıkarıyorlar
Çekirdeklerinin nem oranı, kokusu ve ağızda bıraktığı asidite değerlerine göre kahvenin kalite ve fiyatları çağın yeni mesleklerinden kahve tadımcıları tarafından belirleniyor. Türkiye'ye Brezilya, Kolombiya, Etiyopya, Vietnam ile Endonezya gibi ülkelerden ulaşan kahve çekirdekleri, kafe veya market raflarında yer almadan önce üreticiler veya ithalatçıların talebi üzerine tadım testlerinden geçiyor. Kalite ve fiyat belirlenmesi için yapılan bu testleri, 21. yüzyılın yeni mesleklerinden olan ve İngilizce "cupping" olarak ifade edilen "kahve tadımcıları" yapıyor. Bakırköy'deki işletmesinde kahveye dair birçok eğitim veren, kahve çekirdeği çiftçiliği de yapan Yunus Çakmak, testlerin tüm aşamalarını gösterdi. Çakmak, farklı türlerdeki kahve çekirdeklerini önce küçük tüplerde bulunan böceklenmiş, küflenmiş, kararmış, erken ve geç hasat edilmiş kötü örnek kahve çekirdekleriyle karşılaştırdı. Notlarını aldıktan sonra ilk sınavı başarıyla geçen numune çekirdeklerini makinede sırayla öğüten Çakmak, her farklı örnekten sonra aromalarının birbirine karışmaması için makineyi boş çalıştırdı. Küçük fincanlara koyulan öğütülmüş kahvelerin üstünü kokularının uçmaması için başka bir fincanla kapatan Çakmak, bunları da üretim yerleri ve türlerine göre masaya dizdi. Her fincanın kapağını kaldırıp kahveleri koklayan kahve tadımcısı, ilk puanları koku üzerinden verip, elindeki derecelendirme cetveline not aldı. Çakmak, koku testinin ardından kahve fincanlarını, 91 ila 93 derece arasındaki arıtma suyuyla ağzına kadar doldurup, demlenmeleri için 4 dakika bekledi. Sıcak suyla buluşan kahveleri ikinci kez koku testine sokan Çakmak, daha sonra tadım için özel üretilmiş ikişer kaşıkla kahvelerin üzerinde oluşan köpüğü kırıp, başka bir kapta topladı. Her defasında kaşıkları temiz suya daldıran Çakmak, kahveler demlendikten ve köpükleri alındıktan 8 dakika sonra tadım testine başladı. Çakmak, kahvelerden sırayla birer kaşık alıp dişlerinin arasından hava kabarcıklarıyla birlikte ağzında çalkaladı. Ardından puan veren Çakmak, bu sırada çıkan höpürdetme sesiyle izleyenleri şaşırttı. Tadım sırasında bazı kahvelerin güçlü kokusuna rağmen aromasının çok düşük olduğunu fark eden Çakmak, bazı kahvelerin tadından çok hoşnut oldu, kararsız kaldığında ise tadımı tekrarladı. Çakmak, testin ardından kahve üreticileri, ithalatçılar veya işletme sahipleriyle paylaşmak üzere kahveleri 100 puan üzerinden değerlendirdi. Kahve tadımcısı Çakmak, Türkiye pazarında yer alan büyük bir kahve zinciri firmasıyla 2005 yılında kahve sektörüne girdiğini, o dönem Türkiye'de çok fazla tüketilmediği için işsiz kalma endişesi taşıdığını söyledi. Türkiye'de kahve tüketimde patlama yaşanmasının ardından kendisini bu alanda geliştirmek için yurt dışına açıldığını, kahve tarlalarına gitmeye başladığını anlatan Çakmak, Dünya Nitelikli Kahveciler Birliğince yetkilendirilmiş "kahve eğitmeni" ve "uluslararası tadımcı" olduğunu kaydetti. Kurdukları okulla "kahve kavurma", "yeşil çekirdek", "tadım", "barista" ve "kahveye giriş" gibi birçok alanda eğitimler verdiğine dikkati çeken Çakmak, öğrencilerinin Dünya Nitelikli Kahveciler Birliğinin sınavını geçerlerse sertifika alabildiklerini aktardı. Çakmak, iyi bir kahve içebilmek için en az 80-85 puana sahip kahve çekirdeğine sahip olmanın yanı sıra ekipman ve kullanılan suyun PH değerinin de önemini vurgulayarak, "İnsanlar artık kahve almadan önce, 'Bu hangi bölgenin kahvesi, hangi yükseklikte yetişiyor, kahveyi hangi su değerlerinde demlemeliyim, ne kadar kahve kullanmalıyım?' diye soruyorlar. Bu çok hoşumuza gidiyor." dedi. "Tadımcılar olarak çok fazla tatlar tatmamız gerekiyor" Kahve tadımcılığına giden yolda yıllarca eğitim aldığını, hala belirli aralıklarla sınavlara girdiğini aktaran Çakmak, iyi bir tadımcılık için güçlü bir damak tadına sahip olmak gerektiğini belirtti. Çakmak, kahve tadımı yapan kişinin farklı yiyeceklerin tadını bilmesi gerektiğinin altını çizerek, "Geçen sene Etiyopya'da tadım yaparken oradaki bir kahve uzmanıyla karşılaştım. Kahveden bariz fıstık tadı geliyor ama onu bilmiyor. Çünkü hiç fıstık yememiş, notlarına yazamıyor. Ben de hemen ona fıstık yedirdim. O fıstık hemen hafızasına yerleşiyor. Örnek veriyorum tarçın ya da baharat çok kullanmayan birisi kahveden aldığı baharat tatlarını yazamıyor. Bu da onun bunları yemediğini gösteriyor. Tadımcılar olarak çok fazla tatlar tatmamız, PH değerleri değişik sular da içmemiz gerekiyor. Bunlar bizim tadım yapmamızda çok yardımcı oluyor." diye konuştu. Hasat edilen yeşil çekirdek kahvelerini hemen kavurup tatmadıklarını dile getiren Çakmak, şöyle devam etti: "Örneğin ben bir yere danışmanlık veriyorum. Kolombiya'dan ya da Guatemala'dan 5 kilo ya da bir konteyner kahve getirmişler. 'Bu kahveyi Türkiye'ye getireceğim buna bir bakar mısın?' diyorlar. Hemen hızlı bir şekilde analizini yapıyoruz, kusurlarını ayıklıyoruz. Yüzde kaç kusuru var, yazıyoruz. Nemine bakıyoruz. Bu çok yüksek ya da çok düşük olmayacak. Çok düşükse çok bayattır, çok eski hasattır. Çok yüksekse rutubette kalmıştır. Hemen onları not alıyoruz. Nem oranına göre çekirdeğe bir kavurma profili çıkartıyoruz sonra hızlı bir şekilde 'cupping' yapıyoruz. Yüz üzerinden değerlendirme yapıyoruz. Tadımı 80'in altında çıktıysa bu kahve ticari bir kahvedir. Müşteriye 'Sana bu kahveyle alakalı nasıl bir bilgi verildi?' diyoruz. Örneğin müşteri 'Bana bu kahve çok üst düzey bir kahve, kilosu 100-150 dolar dediler.' diyor. Biz de 'Hayır, bu kahvenin ederi şudur. Şu kadardan fazla para verme.' diyoruz. Bu şekilde geri dönüş yapıyoruz." Kahveyi kalitesine göre değerlendiriyor Çakmak, test sonucunda 80 puanın altındakilerin ticari, üzerindekilerin ise nitelikli kahve sınıfına girdiğini söyledi. Puanlamanın çiftçilere önem vermek için yapıldığını anlatan Çakmak, "Kolombiya kahve açısından popüler bir ülke. Etiyopya yaşam standartları ve diğer her şey açısından çok popüler değil. Şimdi Kolombiya ürünü diye o kahveye fazla, Etiyopya diye daha az para vermek yerine puanına bakıyoruz. Örneğin, Etiyopya'nın ürünün puanı 85, fiyatı ise 10 dolar, Kolombiya'nın ürün puanı 77, fiyatı ise 6 dolar. Fiyatı, puanlama ve tadıma göre değerlendiriyoruz." bilgisini verdi. Çakmak, kahve tadımcısı olduğunu sosyal hayatında gittiği ortamlarda çok söylemediğini kaydetti. "Tadımcıdan ziyade direkt kahveyi kendim toplayıp fermantasyonu da kendim yaptığım için kolay kolay dışarda bir şey içemiyorum." diyen Çakmak, sürekli çantasında bir ekipman bulundurduğunu söyledi. Çakmak, gittikleri yerde tadımcı olduğunu söylediğinde, "Bizim kahvemizin tadına bakar mısın?" diye sorduklarını beğenmezse veya kötü derse firmayı kötülemiş olduğunu belirtti. Sıklıkla, "Ben bugün çok kahve içtim, teşekkür ederim, kahve almayayım." dediğini aktaran Çakmak, ikram edilen Türk kahvelerini genelde içemediğini anlattı. Çakmak, "Dışarıda kahve içemediğim zaman insanlar 'Sen ukalasın, hiçbir şey beğenmiyorsun.' diyorlar. Ne yapayım yani? Benim tek hayattaki lüksüm de bu, nitelikli, iyi kahve." dedi. Çok kahve içmekten dolayı 5 yıl önce ritim bozukluğu nedeniyle ameliyat olduğuna dikkati çekeren Çakmak, şunları kaydetti: "O zaman günde 30-40 bardak içiyordum. Çok kahve içmekle bir şey olunmuyor. Örneğin burada gördünüz, yaklaşık 200-250 kaşık höpürdettim. Kalp rahatsızlığı olanlara dil altı haplarını niye veriyorlar? Dildeki damarlardan kana daha çabuk ilaçlar karışıyor. Ben kahveyi dile değdirdiğim anda kana karıştı, biraz sonra çarpıntım olacak. Yutmasam bile yine çarpıntım oluyor. Yudumlayıp, bardağı geri bırakmamdaki neden ise midemi rahatsız etmesi, gastrit yapabilir. Şu anda günde 8-9 bardağa düşürdüm. Yapacak bir şey yok, tek aşkımız bu kahve. Artık bünyem alıştı, gece yatmadan önce de içsem uyuyorum."
- Reklamcıların atık malzemelerinden üç boyutlu sanat eserleri üretiyor
Kayseri'de yaşayan Sedat Zeytin, reklam firmalarının kullandığı dekota denilen atık köpük PVC levhalardan 3 boyutlu rölyef eserler üretiyor. 73 yaşındaki Zeytin, emekliliğinin ardından 5 yıldır reklam firmalarının tabela ve harf yapımında kullandığı dekota atıklarını atölyesinde sanat eserine dönüştürüyor. Zeytin, 52 yıl reklamcılık rektöründe çalıştığını, dekota ya da foreks denilen malzemeyi buradan bildiğini, 7 yıl önce de emekli olduğunu söyledi. Çocukluğundan beri resme ilgi duyduğunu belirten Zeytin, "Reklamcılar bu malzemeyi harf ve tabela yapımında kullanır. Bunlar zaten sürekli kullandığımız malzemelerdi ama bu şekilde dönüştürmeyi ben akıl ettim. Bunlar atık malzemeler. Eski ahşap paletleri de çerçeve olarak kullanıyorum. Boyamasını, A'dan Z'ye hepsini tek başıma elle yapıyorum. İlk önce küçük gemiler, sandallar yaptım. Baktım bu iş oluyor, gitgide elim alıştıkça eserleri çeşitlendirdim. İnternetten zor şekiller bulmaya çalıştım. Zor olan şeyleri başarmak daha çok keyif veriyor." diye konuştu. İlerleyen yaşına rağmen sanatla uğraşmaktan zevk aldığını vurgulayan Zeytin, "Bu sanat beni canlı tutuyor. Her şeyden önce işe yaradığımı, emekli olsam bile zamanın boşa geçmediğini hissetmek güç veriyor. Hiçbir şeyi kafama takmıyorum, kendimi işe veriyorum, rahat ediyorum." dedi. Zeytin, en basit eseri 5-6 günde, zor olanları ise yaklaşık 45 günde yaptığını, fuarlara çağrıldığını, buralarda eserlerinde hangi malzemeyi kullandığı anlattığını dile getirdi. Eserlerini daha çok internet üzerinden sattığını kaydeden Zeytin, "Sosyal medya hesabımda görüyorlar, İstanbul'dan geliyorlar, beğenip alıp gidiyorlar. İstanbul'dan güzel sanatlar hocaları geldi, bu sanata bir isim bulamadılar. Bunun aslında bir rölyef ama rölyefin bir üst kademesi olduğunu söylediler. Yani bu tekniği ilk defa benim yaptığımı söylediler. Bundan da mutlu oldum. İnternetten baktığımda çok daha güzel rölyefler görüyorum, şahane şeyler yapıyorlar ama onlar farklı malzemelerden yapıyorlar. Dekotayı ilk benim kullandığımı zannediyorum." ifadelerini kullandı. Atık malzemeyi değerlendirdiğini bilen reklamcıların kendisine malzeme getirdiğini anlatan Zeytin, şöyle devam etti: "Boyutlu resimleri her zaman sevmişimdir, üç boyutlu figüratif şeyleri severim. Evde de kendime ait koleksiyonlarım var. Küçük, minyatür şeyleri severim. Çizgi romanları severdim küçükken. Kahramanlarının minyatür maketlerini yapmaya çalıştım. Benim teknik ressamlığım da var. Halamın mimar oğlunun yanında 2 yıl teknik ressamlık yaptım. El becerilerim buradan kaynaklanıyor."
- Vestel, yeni coğrafyalara açılım ve mobilite ile büyümeyi planlıyor
Vestel Üst Yöneticisi (CEO) Ergün Güler, büyümek için yeni coğrafyalara ve mobiliteye odaklanacaklarını belirterek, "Bu iki taşıyıcı, kaldıraç bizi inşallah şirket değerinde istediğimiz seviyeye getiriyor olacak." dedi. Güler, yaptığı açıklamada, 2023'te Kovid-19 salgını sonrası ortaya çıkan yüksek enflasyonun sadece Türkiye'de değil, bütün dünyada ektisinin olduğunu ifade etti. Avrupa ve Amerika'nın da bu enflasyon döngüsüne girdiğini vurgulayan Güler, son 2 yıl Avrupa'da enflasyonla mücadele çerçevesinde tüketimin çok geri gittiğini gördüklerini kaydetti. Avrupa açısından 2024'ün nispeten daha iyi geçtiğini aktaran Güler, "O kadar sert bir daralma olmadı. Yatay bir pazar. Bazı ürün kategorilerinde adet bazında yüzde 2 ve yüzde 4 arasında büyüme var. Önümüzdeki 3 yıl içerisinde Avrupa'da kendi sektörümüzde ben yüzde 5 ile 7 arasında büyüme bekliyorum." dedi. Güler, Türkiye'de ise son 4 yıldır müthiş bir tüketim döngüsü yaşandığını dile getirerek, insanların Kovid-19 salgını sırasında erteledikleri ihtiyaçlarının yanında enflasyondan korunmak için de satın alma yaptıklarını söyledi. Ergün Güler, "Ama şimdi Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından devreye sokulan doğru önlemlerle beraber, biz temmuz sonrası tüketimin enflasyon programı dahilinde yavaşladığını görmeye başladık. Ben Türkiye'nin bu yılı böyle yüzde 5-6 arası bir büyümeyle yine kapatacağını düşünüyorum. Seneye de bu enflasyonla mücadele programı devam edeceği için daha yatay bir pazar bekliyorum. Yani büyüme çok sınırlı olur. Yüzde 1-3 arası bir büyüme yine olur." değerlendirmesinde bulundu. Vestel'in çok büyük bir yapıya sahip olduğunu belirten Güler, şunları kaydetti: "Biz ana pazarımızda Avrupa'da önümüzdeki yıllarda yine büyümek, daha da güçlenmek istiyoruz ama nasıl? Markalarımızla. Biz Vestel markasıyla bazı ülkelerde varlık gösteriyoruz. Bazı ülkelerde de bizim lisansladığımız markalarımız var. Çok uzun vadeli olarak aldık. Örneğin Sharp markası ürünleri tasarımı, donanımı, yazılımı ve deneyimi bize ait olan ürünler. Yine benzer şekilde Toshiba markası televizyon için de örnek verebiliriz Avrupa pazarında ve yerel markaları da almaya devam ediyoruz. İsveç'te 100 yıllık bir markayı aldık. Bir de jeopolitik coğrafya değişmeye başlıyor. Bizim Amerika'ya ihracatımız çok sınırlıydı. Bizim toplam ciromuz 3,8 milyar dolar. Bunun 2,5 milyar doları da ihracat hasılatı. Ancak Amerika bu 2,5 milyar dolar içerisinde 100 milyon doların altında bir pazar. Koca Amerika. Avrupa kadar büyük bir ülke. Ancak özellikle Çin'e karşı Amerika'nın uygulamış olduğu gümrük vergileri uygulaması eskiden yüzde 3'tü. Şimdi Çin ürünleri yüzde 15-30 arası gümrük vergisine tabi. Türkiye'den ihracatta gümrük vergisi yüzde 3, bu bir. İki, lojistikte de özellikle Amerika'nın doğu kıyısına Çin'den bir ürün göndermek konusunda Panama kanalında geçiş kapasitesi, sorunlar sebebiyle yüzde 75 azalmış durumda. İki, bir konteynerin maliyeti 15 bin dolar. Doğu kıyısına göndermek için. Halbuki Türkiye'den 1500 dolara o konteyneri bir hafta içerisinde Doğu kıyısına gönderebiliyorsunuz. Bu bize Amerika'da 3 yıl içerisinde 5 katı büyüme imkanı sunuyor." Türkiye'nin tedarik zinciri içerisinde Avrupa'ya yakın olduğunu hatırlatan Güler, Amerika açısından da friendshoring (ticareti ve yatırımı dost ile yap) denilen kavrama girildiğini, bunların kendileri için bir büyüme imkanı sunacağını vurguladı. Güler, son bir yıldır Avrupa'da, yakın bölgeden tedarik etme eğilimini gözlemlediklerini dile getirerek, "Çünkü Kovid-19'da tedarik zinciri kırıldı. Başka sorun, bir, Süveyş Kanalı problemi oldu biliyorsunuz. İki, Kızıldeniz'de yaşanan sorun oldu. Bu devam ediyor. Ondan dolayı Avrupalı perakendecilerde Avrupa'daki başka markalarda daha fazla Türkiye'den temin etme eğilimini görüyoruz." diye konuştu. Almanya'da, Fransa'da, Çin'de, Amerika'da otomotiv sektörünün artık otomotiv sektörü olmaktan ziyade bir tüketici elektronik sektörü haline geldiğinin konuşulduğunu aktaran Güler, "Elektrikli araç ekosisteminde yeni bir model, 6 ayla 9 ay içerisinde çıkıyor. Biz zaten kısaca tüketici elektronik yapıyoruz Vestel olarak. Ve tüketici elektronik gerektirdiği çevik, hızlı paslara sahip. Aynı zamanda otomotiv sektörünün ihtiyacı olan yüksek kalite standartları sahip." dedi. Elektrikli araç ekosisteminde dünyanın en önemli tedarikçilerinden birisi olmayı hedeflediklerini ifade eden Güler, "Arabanın ekranını üreteceğiz. O ekranla tecrübemizi salondan arabaya, arabadan da havaya taşıyoruz. Dünyanın en büyük hava yolu çıkışından birisiyle anlaştık." diye konuştu. Şirket değeri, yeni coğrafyalar ve mobilite Güler, yüksek faiz ortamında insanların borsaya yatırım yaparken çekindiklerini, borsadaki hisselerin fiyatlarının arz talebe de bağlı olduğunu, faizlerin düşmeye başlamasıyla şirket değerlerinin ve BİST'in de toparlayacağını düşündüğünü söyledi. Güler,"Orta uzun vadeli olarak da şirket değeri için dediğim gibi konvansiyonel işlerimizde üç yılda iki kat büyüyeceğiz. Nasıl çıkaracağımızı biraz evvel konuştuk. Bir, yeni coğrafi açılımlar, iki, mobilite. Bu iki taşıyıcı, kaldıraç bizi inşallah istediğimiz seviyeye getiriyor olacak." ifadelerini kullandı.
- Sakarya'dan 8 ayda 130 bin 25 taşıt ihracatı
Sakarya'da yılın 8 ayında üretilen 172 bin 914 aracın yüzde 75,2'ine denk gelen 130 bin 25'i ihraç edildi. Ocak-ağustos döneminde 4 milyar 18 milyon 739 bin dolar dış satım gerçekleştiren Sakarya, ihracatta İstanbul, Kocaeli, Bursa, İzmir, Ankara ve Gaziantep'in ardından 7'nci sırada yer aldı. Sakarya'nın yılın 8 ayındaki dış satımının yüzde 87,8'ini otomotiv oluşturdu. Dünyaya otomobil, midibüs, otobüs, küçük kamyon, kamyonet ve traktör gibi araçlar ihraç eden Sakarya, söz konusu dönemde ülke ekonomisine 3 milyar 530 milyon 162 bin dolar döviz girdisi sağladı. Otomotiv Sanayii Derneği verilerine göre, Türkiye'de yılın 8 ayında üretilen 909 bin 292 taşıtın 649 bin 971'i yurt dışına gönderildi. Sakarya ise ürettiği 172 bin 914 aracın yüzde 75,2'ine denk gelen 130 bin 25'ini ihraç etti. Buna göre Türkiye'nin taşıt üretiminin yüzde 19'unu, ihracatının ise yüzde 20'sini tek başına karşılayan Sakarya, sektörde öncü iller arasında yer almayı sürdürdü. Günde 709 araç banttan indi Toyota, Otokar ve TürkTraktör gibi üreticilerin faaliyet gösterdiği Sakarya'da, 8 ayda 139 bin 218 otomobil, 1386 midibüs, 1075 otobüs, 718 küçük kamyon, 86 kamyonet, 30 bin 431 traktör olmak üzere toplam 172 bin 914 araç üretildi. Böylece kentte günde 709 araç banttan indirildi. Üretim ve ihracatta Toyota birinci, TürkTraktör ikinci, Otokar ise üçüncü sırada yer aldı. Ocak-ağustos döneminde 139 bin 218 otomobil üreten Toyota, bunun 118 bin 555'ini yurt dışına gönderdi. Aynı dönemde otobüs, midibüs, kamyonet ve küçük kamyondan oluşan 3 bin 265 aracı üreten Otokar, bunların 1490'ını ihraç etti. TürkTraktör ise ürettiği 30 bin 431 traktörün 9 bin 980'ini yurt dışına sattı.
- Ugandalı Muhammed Ramazan, yüzündeki 5 kilogramlık kitleden Türk doktorlar sayesinde kurtuldu
Tüm Afrika'nın Dostları Derneği ile Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) ve Uganda Sağlık Bakanlığı işbirliğiyle Uganda'da düzenlenen sağlık organizasyonunda Ugandalı bir hastadan yaklaşık 5 kilogramlık "keloid" kitlesi alındı. Alanında uzman doktor, hemşire, anestezi teknisyeni ve sivil toplum üyelerinden oluşan gönüllü Türk sağlık ekibi, ücretsiz muayene ve ameliyatlarıyla yüzlerce Ugandalının yüzünü güldürdü. Doktor, hemşire, akademisyen ve gönüllülerden oluşan 18 kişilik grup, 11 gün boyunca Uganda'da yüzlerce kişiyi muayene ve uygun görülen hastaları ameliyat etti. Genel cerrahi, üroloji, kulak burun boğaz, kadın doğum ve plastik cerrahi alanlarında uzman doktorların bulunduğu ve cerrahi ağırlıklı çalışma yapılan organizasyon kapsamında yaklaşık 1500 vaka incelenerek 100'e yakın cerrahi operasyon gerçekleştirildi. Türk doktorlar tarafından yapılan ameliyatlarda birçok hasta keloid kitlelerinden temizlenirken, 39 yaşındaki Muhammed Ramazan isimli hastadan da yaklaşık 5 kilogram ağırlığında keloid kitlesi alındı. Deride meydana gelen aşırı doku büyümesi veya hücre artışına bağlı hiperplazi sonucu oluşan bir tür yara izi olan keloid, yara iyileşmesindeki bozukluk olarak tanımlanıyor. "Hayatımda hiç görmediğim büyüklükte bir keloid vakası ile karşı karşıyayız" Operasyonu gerçekleştiren Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekan Yardımcısı ve Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Dadacı, yaptığı açıklamada, "TADD ve TİKA işbirliğiyle dördüncüsünü düzenlediğimiz Uganda sağlık organizasyonunda hayatımda hiç görmediğim büyüklükte bir keloid vakası ile karşı karşıyayız." dedi. Keloid vakalarının ilk tedavi seçeneğinin cerrahi olmadığına işaret eden Dadacı, yaklaşık 20 santimetre uzunluğundaki kitlenin cerrahi müdahaleyle alındığını belirtti. Prof. Dr. Dadacı, "Gerçekten sakaldan da uzun, yaklaşık 20 santimetre aşağı uzamış bir keloid kitlesi. Ayrıca kulak arkalarında da bulunuyor ama bunu temizleyip hastayı rahat bir pozisyona getirdik." diye konuştu. Dadacı, normalde her insanda yaranın oluştuktan yaklaşık bir hafta sonra kapandığını kaydederek, "Keloid durumunda yara iyileştikten sonra fren mekanizması durur ve yara 'iyileştim' demeyerek doku üretmeye devam eder." dedi. Özellikle siyahi ırkta çok fazla keloid vakasıyla karşılaştıklarını dile getiren Dadacı, "Yaklaşık 7-8 senedir hasta bu şekilde boynunu bağlayarak 5 kilograma yakın kitleyle zor şartlarda geziyordu ve bundan kurtulmuş oldu." ifadesini kullandı. TADD Ankara Temsilcisi Cüneyd Tiryaki de yapılan ameliyatla hastanın sadece sağlığında düzelme olmadığını, bunun aynı zamanda hastanın aile hayatı, çalışma hayatı ve toplum içindeki rolü için kritik bir ameliyat olduğunu söyledi. Tiryaki, "Hem maddi imkansızlıklar nedeniyle hem de ülkede bu ameliyatları yapacak hekim ve sağlık personelinin olmaması nedeniyle muhtemelen hocamız bu ameliyatı yapmasaydı ömrünün sonuna kadar bu sıkıntıyla yaşamak zorunda kalacaktı." dedi. "İnsana dokunan" bir çalışma yaptıklarına işaret eden Tiryaki, "Öncesi ve sonrasıyla etkisi çok net gözüken bir ameliyat olduğunu düşünüyoruz. Bu açıdan buraya gelmek ve böyle bir etkinin parçası olmaktan mutluyuz." diye konuştu. Başarıyla gerçekleştirilen operasyon sonrası Ugandalı hasta taburcu edildi.
- Giresun'un ilk kadın ahisi mesleğini 40 yıldır sürdürüyor
Giresun'da "Yılın Ahisi" seçilen Dilek Emine Domaçoğlu, 40 yıldır motorlu araç ön düzen ayarcılığı ve lastikçilik işini sürdürüyor. Giresun Sanayi Sitesi'nde kayınpederinin yanında 20 yaşında mesleğe başlayan ve eşi ile işini devam ettiren Domaçoğlu (60), bu yıl kentte "Yılın Ahisi" seçildi. Mesleğini severek yapan ve aynı zamanda kentin ilk kadın ahisi seçilen Domaçoğlu, sanayi sitesindeki dükkanında işini uzun yıllar daha sürdürmek istiyor. Domaçoğlu, bir kadın olarak bu işi yapmaktan mutluluk duyduğunu söyledi. Çevresinden olumlu tepkiler aldığını ifade eden Domaçoğlu, "İşi yapınca yorgunluklarınız bir tarafa gidiyor, mutlu oluyorsunuz. Yapabilmek de önemli, karşı tarafın takdiri de önemli." dedi. Domaçoğlu, sanayi esnafının aile gibi olduğunu belirterek, şöyle devam etti: "Sabah başlar akşam bitiririz, kendi ailelerimizden daha çok buradayız. Gelenlerle ailece görüştüklerimiz var, çocuklarını, torunlarını, anne babalarını biliriz. Esnaflık bu, esnaf ve zanaatkar olmanın tüm vasıflarını yerine getirmeye çalışıyoruz." Mesleğe başladığı ilk yıllarda kendisini görenlerin şaşırdığını anlatan Domaçoğlu, "Sanayide bir kadının çalışması o zamanlar çok yeniydi hatta yoktu. Sonradan kadınların burada var olması gerektiği, aslında sanayinin zor bir yer olmadığı düşüncesine vesile olduk." diye konuştu. Domaçoğlu, kadın ya da erkek işi diye bir şey olmadığına işaret ederek, "Burada o kadar çok kadın var ki işlerini başarıyla yapıyorlar, masalarının başındalar. Ben biraz daha dışarıdayım. Gelen müşteriler burada kadın olduğunu görünce, onlara da bir rahatlık geldiğini düşünüyorum." ifadelerini kullandı. Olumsuz bir tepkiyle karşılaşmadığını belirten Domaçoğlu, dükkana gelen müşterileri yaptığı işten memnun olunca kendisinin de mutlu olduğunu kaydetti. Dilek Emine Domaçoğlu, "Yılın Ahisi" seçilerek 40 yıllık emeğinin takdir edilmesinin kendisini çok memnun ettiğini sözlerine ekledi.











